banner333

banner309

21.09.2013, 21:26

NEREDEN..... NEREYE......

               Sene 1978 ve Şiran’ın soğuk kış aylarındayız. Her taraf karla kaplı ve bembeyazdı. Ama hiç soğuk değil. Üşümüyordum. Buda memlekete olan özlemimden gençliğin verdiği memleket sevgisinin heyecanından daha ziyade yaşamını Şiran’da sürdüren o güzel, o yiğit yürekli insanlarımızın sıcaklığından olsa gerekti. Gerçekten üşümüyordum. Bu güzel günlerde teyzemin oğlunun düğünü yapılıyordu, Şiran’ın önceden Karaköy’ü şimdi Fatih Mahallesinde. (Fatih isminin banisi olduğumu söylesem dilim şişmez sanırım.) Düğün tüm ihtişamıyla devam ediyor. Bir ara insanlar yoğun hareketlerden sonra bitap düşmüşlerdi. Artık dinlenme ve sohbet zamanı gibiydi. Davul – zurna biran susmuş etraf sessizliğe bürünmüştü. Mahallenin ileri gelenleri ve düğün için gelen orta yaş gurubu ve biraz üstündekiler (20 kişi civarında) toplanmış sohbet edenlerle aynı odadayım. Mahallenin gençlerinden kimse yok. Beni de Ankara’dan geldiğimi bildikleri için ses çıkarmadılar sanırım. Geçmiş yıllara dönük güzel hatıralar anlatılıyor herkes pür neşe içinde kahkahalarla ortamın sıcaklığına katkıda bulunuyorlardı. O güzel duyguların yaşandığı ortamda bulunmaksa ayrı bir güzel. Mutluluğun tablosu bu olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan. (Bu günkü teknolojik aletler olsaydı sesleri kayda alıp görüntüleri ile birlikte paylaşılsa tıklanma rekoru kıracağına eminim.) Bu güzel muhabbetin yerini siyaset alınca her kafadan sesler çıkmaya başladı ve ortamın o gizemliliği o sihri kaybolmuş yerine bambaşka bir ortam gelmişti. Ve en sonunda söz gençliğe gelmiş o günün şartlarında ülkenin içinde bulunduğu durumun iyi olmadığı kanaati ortak fikir olarak kabul görmüştü. Bu düşünceler ifade edilirken bazı anlarında bende ara sıra müdahil oluyordum. Genel kanaati bozmadan yaptığım saplamaların da kabul görmesinden hem mutlu oluyordum hem de amiyane tabirle koltuklarım kabarıyordu. Ta ki, konu belediyeciliğe yani Şiran Belediye Başkanlığının (o zaman) yaptığı işlere gelinceye kadar.

                Mahalle ileri gelenlerinden birisi;

                “– Bizim belediye başkanımız çok iyi biri. Çok çalışıyor çok. Kasabanın caddelerini betonla kaplıyor. Allah razı olsun. Bizleri çamurdan kurtardı.”

                Mahalli ileri gelenleri ve misafirler birden hareketlendi. Vallahi helal olsun. Gerçekten çok güzel işler yapıyor. Gibi destekleyen yüksek perdeden seslerin arasında,

                – Bir dakika sayın büyüklerim, bir dakika diyerek diğer sesleri bastırabilmek için daha yüksek bir sesle ayağa kalktım. (Bu davranışım biraz kaba ve nezaket kuralları dışında bir hareket olduğunun farkındaydım ama sesimi duyurmam gerekiyordu.) Bir anda tüm başlar bana döndü ve oluşan sessizlikten de faydalanarak,

                – Sizin belediye başkanınız belki iyi bir insan olabilir ama hiç de iyi çalışmıyor. Ve onların; neden iyi çalışmıyor? Sorusuna fırsat bırakmadan,

                – Şiran’ın değil caddelerini, çamurlu ara sokaklarını hatta köy yollarını altından asfaltla döşese neye yarar. Üzerinde kim gezecek, kim gidip gelecek. Şiran’ın nüfusu ne kadardı? Şimdi ne kadar? İnsanlar Şiran’dan neden göç ediyor? Bunu hiç düşündünüz mü? Veya çok iyi ve çok çalışıyor dediğiniz belediye başkanınız bunu düşünüp sizlerle paylaştı mı? Bu arada bunları söylerken Şiran’ın caddelerinin betonla kaplanmasına karşı olduğum gibi bir anlam çıkarmayınız lütfen. Aksine bu çalışmayı da canı gönülden destekliyorum. Dolayısıyla bu ilçenin yani Şiran’ın Belediye Başkanı, Reisi, Şehr–ül Emini, birkaç işçinin takibini yapmakla ve iki caddeyi beton kaplamakla görevini yaptığını zannediyorsa çok yanılıyor ve dahi yanılıyorsunuz. Bir ilçenin kalkınmasında öncelikli projelerin hazırlanmasının ve hayata geçirilmesinin çalışmalarının yanında ilçenin eğitim ve sağlık konusunda da öncülük yapmalıdır.

                Bu sözlerimden sonra oda sakinlerinden anlaşılmaz seslerin oluşturduğu bir uğultu koptu. Destekleyenler ve karşı gelenler. Herkes bir şeyler söylemeye çalıştığından kimse kimseyi anlamıyordu. Bende bir şeyler söylemek için beklemeye geçmiştim ama onlara göre bir çocuk neler söylüyordu. Alışılmayan bir durumdu. Ve oda sakinlerinin bazılarının baskısıyla (rahmetli) babam tarafından tabiri caizse resmen odadan kovuldum.

                Günümüze gelindiğinde de çok farklı olan bir durum yok. Ülke fotoğrafına bakıldığında görülecektir ki, toplum olarak yenileşmeye, gelişmeye hala hazır değiliz ne yazık ki.

                Efendim; Adnan Menderes olmasaydı, biz hala çarıkla gezecektik. Süleyman Demirel olmasaydı, barajlar ve boğaz köprüsü yapılmayacaktı. Turgut Özal olmasaydı, köylere elektrik, evlere renkli televizyon girmeyecekti. Turgut Özal’dan önce kara 12 Eylül oldu insanlar zindanlara dolduruldu, asıldı, öldürüldü. Ama kimse neden bu insanlar zindanlara dolduruluyor? Neden asılıyor? Neden öldürülüyor? Diye sorgulamadı kimse! Ve Recep Tayyip Erdoğan gelmeseydi, otobanlar yapılmaz, özelleştirme yapılmaz, devletin kurumları yabancılara peşkeş çekilmez affedersiniz satılmaz, her şey özelleştirme adı altında “babalar gibi” satılmazdı. Bizim giydiğimiz çarıktan kurtulmakla çağ atladığımızın düşünüldüğü zamanlarda bazı ülkeler yeni savaştan çıkıyorlardı. Bizim baraj ve ilk boğaz köprüsünü yaptığımızda çağ atladığımızın sanılması zamanlarında bazı savaştan çıkan ülkeler ağır sanayilerini tamamlamış, dünya ticaretinde yerlerini almışlar ve uzaya uydu fırlatma çalışmalarına başlamışlardı. Bizim köylerimize elektrik evlerimize renkli televizyon girdiğinde çağ atladığımızın hülyasında olunduğu zamanlarda o savaştan çıkan bazı ülkeler artık uzayı paylaşabilme savaşlarına girmişlerdi.

Bizim otobanlarımızın yapılması ve devlet kurumlarının özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmesiyle, her zırvanın açılışında başbakanın çağrılmasıyla çağ atladığımızın hayallerinde olunduğu zamanlarda o savaştan çıkan ve uzay savaşına başlayan bazı ülkeler küresel emperyalist güç olmuş ve özellikle İslam ülkeleri üzerinde entrikalar çevirerek yer altı zenginliklerinin üzerine oturdular. Bize de üçüncü dünya ülkeleri örnek gösterilerek yani “ölümü gösterip sıtmaya razı olmak” gibi durumunuza şükredin telkinlerinde bulundular. Ne yazık ki bu telkinle milletimizin bir kısmı uyutuldu ve hala uyutulmaktadır.

Hâlbuki bu ülke 1915 – 1923 yıllarında hiçbir ülkenin yapamadığını yaptı. Yedi düvele karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıktı. Ve ekonomisi bitmiş, sanayi denen hiçbir şeyi yokken gelişme ve kalkınma adına ikinci bir Kurtuluş Savaşı ile 1940’lara kadar dünyanın en hızlı gelişen ülkesi olduğumuz unutturulmuş onun yerine başka ülkelerin iç meseleleri olan konularda tepki gösterme marazası hâsıl olmuştur. Buna “kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki çöpü görmek” denir. Kendi iç meselelerimize duyarlı değilken başka ülkelerin meselelerine yönelik duyarlılık göstermek bence abesle iştigaldir. Tabi bu durum iktidarında işine geldiği için destek veriyor. İnsanlarımızı iç meselelerimizi sorgulamaktan ne kadar uzak tutarsa kendini o kadar sağlama almış oluyor.

Elhamdülillah Müslüman olmakla övünen bir millet olarak “insana biat” etme marazasından kurtulamadığımız müddetçe daha çok otlarız, otlattırılırız.  Nereden…… Nereye…..  Otlamaya devam….. 

Yorumlar (0)
2
az bulutlu
Namaz Vakti 17 Mayıs 2024
İmsak 03:11
Güneş 04:57
Öğle 12:24
İkindi 16:18
Akşam 19:40
Yatsı 21:19