banner333

banner309

20.04.2022, 13:04

AŞK İFFETTİR !

AŞK İFFETTİR !

Aşk; şekli olarak üç harfli, tek heceli bir kelime olarak görülmektedir.Hz. Âdem ile Havva’dan, onların dilinden ve yaşantılarından bize kalan andır. Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır. İster inanın ister inanmayın. Aşk böyle bir tezattır. Oysaki Aşk’ın içine düştüğünüzde ya yanarsınız ya da kanarsınız. Aşk gönül ateşiyle yanmaktır, Elbette ki aşkı yaratılanların en güzeli olan insan yaşar. Çünkü insanlar Allahın gözbebeğidir. Yaratılanların en hasıdır. Yeryüzünde okunacak en mükemmel kitaplardan biridir. Hal böyle olunca yaratılanların birbirini sevmeleri ve âşık olmaları kadar da doğal bir şey olamaz.

Kimine göre aşk bir heyecan, kimine göre ıstırap ve fasıl değil de asıl âşıklara göre ise sevgiliden başlayıp, sevgiliyi yaratana giden yol olarak bilinir. Aşk içinde aşk var deriz ya, bu yaratılandan dolayı Yaratana âşık olmaktır.  Her insan mutlaka mana da aşk denilen bu duyguyu ömrü hayatında bir kez tadacaktır. Bu kaçınılmaz bir haldir. Bu tutku çocukluk aşkından başlar (Leyla ile Mecnun’da görüldüğü gibi). Gençlik aşkı ile devam eder. İnsan toprak, su, hava ve ateşten oluşan anâsır-ı erbaa kökenlidir. Toprak ve su tenin ve bedenin; hava ve ateş ise ruhun, gönlün ve aşkın mazharıdır. Bedenlerde başlayan aşk, ruhun devreye girmesi ile değer bulur. Hani biz sevdiklerimizi ruhen severiz dediğimizde, bu sevgi bizimle kabre gider ki gerçek sevgi, bitmeyen aşk budur. Aşkta hile, hurda olmaz, Aşk yürek işidir. Aşk iffettir. Aşkta cesaret, yiğitlik, erdemlik ve mertlik vardır. Âşık hiçbir koşulda aşkına ihanet etmez, Aşkta sahte tevazuya ve kibre yer yoktur. İncelik, nezaket, sabır vardır.

Cinsiyetler arasındaki aşkta, erkekler aşklarını dillendirirken, bu hususta kadınlar daha çekingen ve temkinli davranırlar. Bu onların sabırlı, zarif ve narin oluşlarının yanında iffeti-sadakat hassasiyetleri daha ağırdır.  Hani bazıları vardır. Ben falancaya âşık oldum. Onun için ölürüm. Onsuz yaşayamam gibi beylik laflar ederler. Aldıkları alkolün herifliği(cesareti) ile bağırır çığırırlar. Haberler de bazen duyarız. Aşkından kendini Boğaz köprüsünden aşağı attı… Bu tür tırıvırı sözde âşıklar, ya balıklara yem olur ya da Boğazın derin sularında kaybolurlar. Oysaki gerçek manada aşk, sevdiği için ölmek değil, bizzat yaşamaktır.

Aşk üzerine nice şiirler, nice hikâye ve masallar yazıldı. Kimi hayaldi, kimi de yaşanan gerçek aşklardı. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin,  Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre’nin aşkı dillere destan olmuştur. Fakat bunlara muadili olduğu halde nice aşklar vardır ki onlardan habersiziz.

Lakin dillere destan olan Leyla ile Mecnunun yaşadıkları aşktan söz etmeden geçmek olmaz:  “Nizami başta olmak üzere birçok kişi tarafından işlenmiş olan konuyu Fuzulî,1535 yılında mesnevî türünde kaleme almıştır. Eser hala çok kıymetlidir. Mesnevî tarzına ve Türk diline yenilik getirmiştir.
Bu aşk hikâyesinin konusu şöyledir: Leyla ve Kays (Mecnun’un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine
âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a (Kays'a) birçok kişi Leyla’yı unutmasını söyler; ancak onun için kâinat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta dedesi onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için Kâbe’ye götürür... Ancak o tam tersine derdinin artması için dua eder. "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni, Bir dem belâ-yıaşkdan etme cüdâ beni." diye. Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Hem Leyla’nın hem Mecnun’un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Ailesi Leyla'yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Bu zengin kişiyle nikâhlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur... Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir Mecnun. O, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Leyla’nın ise vücudu da dâhil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla çölde Mecnunu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leyla benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leyla, Mecnunun ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden Leyla hayata gözlerini yumar... Mecnûn bir gün Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "Ya Rab manâcism ü cân gerekmez Cânânsuzcihân gerekmez." Der, kabri kucaklayarakölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd Rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye meleklere sorunca, derler ki: "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."derler. Bu mesnevide Fuzuli, dünyevi aşkı bir basamak olarak kullanıp onun üstünden maddeden ayrılıp tamamen ruha ait olan ilahi aşkı anlatılır.”

Yazımın yukarıda bir bölümünde kısaca değindiğim gibi nice sessiz kalan âşıklar vardır demiştim. Bana göre aşkı bu denli sözleri ile güzel anlatan devrimizin sazsız, söz ustası büyük Ozan rahmetli Abdurrahim Karakoç’tur. Yâr deyince, kalem elden düşüyor. Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor Lâmbada titreyen alev üşüyor Aşk, kâğıda yazılmıyor…. Üstadın aşkı bu denli tarif etmesinin yanında benim birkaç cümle ile aşktan bahsetmem abesle iştigal etmek gibi bir şey, ama yine de okuyucumun affına sığınarak devam etmek istiyorum.

Burada yar tabii ki âşık olunan sevgili, bu sevgili akla geldiğinde, kalem elden düşer, gözler görmez, akıl almaz bir hal, ateşin içindeki alevin üşümesi, aşklar her ne kadar kâğıtlara yazılsa da, gerçek anlamda yazılamayacağı ortaya çıkmaktadır. Aşk denilen bu duygu nasıl bir şey ki ele avuca sığmayan, hava da mı, su da mı, nerededir? Bu kısa soruların cevabı; bedene yerleşmiş gönülde ve ruhtadır. Hangi aşk, aşıkını böyle bir bağlılıkta iken terk edebilir. Aslında aşk tarife sığacak kadar sığ bir his değildir. Bu sevdayı çeken bilir. İçine giren bu girdaptan aşkına ulaşınca çıkacağını zannetse de, öyle kolay kolay ne ulaşır ve ne de çıkar. ”Bütün eşya ve akıllar, varlıklarını ve kudretlerini bir olan yaratıcıdan almışlardır.
Bu hususta;“neaşıkam ne divane, aşk boyadı beni kana”diyen Yunus,  ”Ben ol ki bilesin” diyen Hz. Mevlana’nın mana âlemine ulaşan aşklarından nasip olursa bir sonraki yazımda değineceğim.

Sözün kısası;”Irmaklar kurusaydı deniz olmazdı, Eğer aşk muteber olmasaydı seni senden daha iyi bilen, Âdem ve Havva’yı yaratmazdı.”

Bu güzel Ramazanın ayının; bini, bereketi ve güzelliği üzerinize olsun.Hoşgörü ve sevginiz herkesi kucaklasın…….

Yorumlar (1)
Züleyha Özel 2 yıl önce
Leyla'nın içimizde olması temennisi ile hayırlı ramazanlar ...
2
az bulutlu
Namaz Vakti 19 Mart 2024
İmsak 04:56
Güneş 06:20
Öğle 12:35
İkindi 15:58
Akşam 18:40
Yatsı 19:59