banner333

banner309

Yeniçeri, Donanma Komutanı'nın İstifasını Değerlendirdi

MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri Donanma Komutanının İstifası ve Türkiye’de Irkçılık Tartışmaları'nı değerlendirdi.

Siyaset 31.01.2013, 09:49
Yeniçeri, Donanma Komutanı'nın İstifasını Değerlendirdi
banner400

           

            İmralı ile AKP’nin memurları arasında yürütülen görüşmeler Türkiye medyasının gündemini belirlemeye devam ediyor. Öcalan ile yürütülen, Barzani-Kandil-BDP’nin de bir sürece dahil olmak için perde arkasında girişimlerin sürdüğü bir sırada meydana gelen Paris cinayeti bir anda işin rengini değiştirmişti. Başbakan Erdoğan Paris’te öldürülen üçü de Diyarbakırlı olmayan üç PKK’lının Diyarbakır’da düzenlenen cenaze törenlerini görüşme sürecinin “samimiyet testi” olarak nitelemiştir.

Başbakan Erdoğan, PKK’lıların cenaze töreni öncesinde, törenin Habur’a benzememesi için İç İşleri Bakanına “provokasyonlara izin verilmemesi, katılımcılara müdahale edilmemesi ve emniyet görevlerinin gerilerde durması” talimatın verir. BDP’li yetkililer de “katılımcıların kontrolü için partililer görev yapacak” açıklamaları yapar. Medya olanı biteni göstermez ve kamuoyunu da bilgilendirilmez.

            Sürecin “samimiyet testi” olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan ile yazar/çizer taifesi Diyarbakır’daki cenazelerde olay çıkmamasını barışın zaferi olarak nitelendirirler.

            Diyarbakır’da düzenlenen törenin düzenini 1000 BDP’linin sağladığı, emniyet güçlerinin duruma müdahil olmadığı ve olanı biteni uzaktan seyrettiği medyaya düştü. Gönderden Türk Bayrağı indirilip PKK paçavralarının çekildiği, cenazelerin tabutlarının üzerine PKK bezlerinin örtüldüğü, iktidarın doğrudan uygulattığı karartmaya rağmen medyaya yansıdı.

            Sonuçta BDP’nin inisiyatifinde gerçekleşen cenaze töreninde olay çıkmamasından AKP baskılı medya ve Başbakan Erdoğan “halk barış istiyor!” sonucunu çıkardılar. Sanki eskiden halk savaş istiyordu da onun için terör olayları oluyordu!

            Bölücü Başı ve Terör Örgütünü Sevindiren Olaylar

            PKK’lıların cenazelerinde olay çıkmaması üzerine AKP, görüşmeler bağlamında adımlar atmaya başladı. Önce “herkesin kendisini en iyi ifade edebileceğini söylediği dilde savunma yapabilmesi” adı altında AKP’nin hazırladığı yasa TBMM’ye geldi ve yasalaştı. Bu yasayla ilgili olarak derhal Avrupa’dan uyarı geldi. AİHM yetkililere Türkiye’deki basına yansıyan haberlere göre, yasayı yeterli görmemiş: Sanığın duruşmada kullanılan lisanı anlamadığı veya bilmediği takdirde bir tercümanın yardımından “para ödemeksizin” yararlanma hakkının bulunduğu yetkililere hatırlatılmış. Halbuki, çıkarılan yasa sanığın Türkçeyi bilmesine rağmen ben kendimi başka bir dilde daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum demesi üzerine ona bu hakkı vermesini öngörüyor. Böyle bir hak Avrupa’da yoktur.

Diğer yandan İmralı’daki terörist başına 12 kanal seyredebileceği bir televizyon verildiği açıklandı.

Bu arada AKP’li yetkililer terörist başının Jimnastik ihtiyacının karşılanması için harekete geçtiği ifade edildi.

Diğer yandan terörist başının “Kürt Manifestosu” adlı bir kitap yazmasına izin verilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurduğu, ve Mahkemenin gerekli evrakları tamamlaması için başvuruyu geri çevirdiği açıklandı.

İşbirlikçi ekip PKK’nın yüz teröristini yurt dışına çekeceği ya da silah bıraktıracağı haberlerini medyaya servis etti.

BDP’liler büyük bir huşu içinde İmralı’ya gidecek ekip hazırlıklarıyla meşgul…Bütün bunlara medya büyük bir yer veriyor.

Bölücüleri ve terör destekçilerini sevince gark eden haber ise Başbakan Erdoğan’ın kabinede yaptığı revizyon sonrası geldi. İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bakanlıktan gitmesi bölücü cenahta büyük bir sevinç yaratmış bulunmaktadır.

Uzun süredir bölücülerin hedefinde olan İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bakanlıktan uzaklaştırılması bölücülere verilen güçlü bir mesajdır.

Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, AB ilerleme raporunda yer alan Ruhban Okulu’nun “yeniden açılmalı” görüşüne dayalı olarak harekete geçtiği haberleri de basına düşmüştür. Başbakan Ruhban Okulunun açılması için yeni seçeneklerin bulunması talimatının verdiği açıklandı.

Donanma Komutanının İstifası!

PKK, Terörist Başı ve diğer bölücüler gelişmelerden fevkalade memnunlar. Azınlıkçılar da ruhban okulu ‘ha açıldı, açılacak’ umudu içindeler. Ayrılıkçılar, etnik, mezhep ve bölgeciler de sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.

Yaşananlardan mutlu olmayanlar da var. Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner bunlardan birisiydi. Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner, İzmir’de açılan “casusluk” davasının ardından TSK’dan istifa etti. Güner’in “Arkadaşlarımız birer birer hapse atılıyor elimizden hiçbir şey gelmiyor, gelmediği gibi bir de biz buna yardım ediyoruz” dediği belirtiliyor. Deniz Kuvvetleri’nde yeni istifaların da olabileceğine yönelik haberler gündeme düşmüş durumdadır.

Bu arada Tutuklu Amirallerden Cem Gürdeniz’in hapishaneden yaptığı bir değerlendirme dikkat çekicidir. Amiral Cem Gürdeniz, Türk Deniz Kuvvetlerinde bulunan 50 amiralden yarısının tasfiye edildiği iddiasında bulunarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Yüzde 90 kurmay, yurt dışında görev yapmış, yüksek lisans eğitimli, dönemlerinin birincileri, donanmanın en güçlü savaş gemilerinin komutan ya da komodorlarıdır. Sözde amirallere suikast, Ergenekon, Kafes, Casusluk ve fuhuş davaları nedeniyle sahte belgelerle suçlanan subay sayısı 300 civarındadır…Deniz Kuvvetlerinin mensubu amiral, subay ve astsubayların tek suçu Deniz Kuvvetlerini 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile kuantum sıçraması yaptıran üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmalarıdır…Subaylar sadece tasfiye ile cezalandırılmamış, ağır hapis cezaları verilerek, “Akdeniz’de, Ege’de ve Karadeniz’de ulusal çıkarlarınızı Avrupa Atlantik çıkarlarına üstün tutacak ulusal bir donanma varlığına girişmeyiniz, sonunuz Balyoz gibi olur” mesajı bize verilmiştir…Yunanistan içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk donanmasına artık meydan okuyabilmektedir…Türk donanması içeriden vurulmuş, tasfiye edilmiştir”.

Gürdeniz, “Donanma kan kaybediyor. Türk halkı bunun orta ve uzun vadede neler doğuracağının gerçekleri ile yüzleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, Anadolu’yu yenmek için önce donanmayı yok etmek gerekir. Tarih bunu böyle yazıyor”.

Donanma Komutanı Nusret Güner’in istifasını bu şartlar altında değerlendirmek gerekmektedir.

Yalnız Deniz Kuvvetlerinde değil TSK’da seçkin ve birinci sınıf subayların her birine ayrı ve uygun bir suç üretilerek içeri tıkılmıştır.

Milli İlaç - Milli Gemi Projesi ve Tutuklular

İçeri tıkılan subaylardan birisi “Şizofreni tedavisinde çığır açtı, geliştirdiği ilaca patent aldı, milyar dolarla ölçülen formülü “milli” kalsın diye, yabancı şirketlerin astronomik tekliflerini reddetti. Adam “Milli ilacı” bulduğundan beri başı dertten kurtulmamıştır. İçeri tıkıldı, Tübitak’ın “milli ilaç projesi” durduruldu. O olmazsa, neyi, nasıl geliştireceksin? Amerikalılar gel demiş, gitmemiş.

Bir başkası F-16 filo komutanı. Devrelerinden 5 sene önde gidiyor, yaşıtları henüz binbaşı, o ise, kurmay albay… Boğaziçi Üniversitesi elektrik-elektronik mezunu, Georgetown Üniversitesi’nden masterli…

Terörle mücadelede sınır ötesinde vurdu. Uçuş süresi, rekor seviyede… NATO ülkeleri arasında birinci seçilen birlik komutanı oldu. Amerikalılar istifa et gel dedi, bu devlet beni okuttu, aynaya bakamam dedi. Özel havayolu şirketleri 25 bin Euro maaş teklif etti, kabul etmedi. Batı’dan yaklaşacak tehlikeye karşı ilk havalanacak filonun komutanıydı. Göğsü takdir şeridi dolu. Hava kuvvetleri komutanlığına yürüdüğü açıktı… “Şehit olmak her zaman aklımızdaydı ama, bu casusluk işi nerden çıktı” diyor!

Milgem, milli gemi projesinin komuta kademesi orada, Milgem tersane komutanı orada, burda olmayanlar Hasdal’da… Maaşının 5 katıyla özel tersaneye transfer teklifini
kabul etmeyen subay orada. İskenderun, Aksaz, Foça… Akdeniz’i, Ege’yi savunan
deniz üssü komutanları içeridedir.

TSK’nın İçler Acısı Durumu!

Atina, mevcut ekonomik şartlarındaki olumsuzluğa rağmen bir yandan Ege’de petrol arama faaliyetlerinden söz etmesi, diğer yandan da 12 Mil konusunda bir oldu bitti yaratacağı mesajı vermesi genelde TSK’nın, özelde ise Türk Deniz Kuvvetlerinde yaşanan zafiyet ve yürütülen akıl almaz operasyonlarla yakından ilişkilidir.

İktidarın hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan stratejileri Türkiye’nin güvenliğini büyük bir tehdit altına sokmuştur.

Başbakan Erdoğan son olarak Donanma Komutanı’nın istifası üzerine şu açıklamayı yapmıştır: Yani neredeyse komuta kademesinde oralara gönderilecek subayımız kalmıyor, böyle şey olmaz. Bakın şu anda içeride 400’e yakın emekli-muvazzaf subay-astsubayımız var. Bir ajan meselesi de çıktı ortaya. Çok daha ağır olanı örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan. Böyle bir şeyin delilleri varsa ver hükmünü, işi bitir. Ama yoksa sen yüzlerce subayı, hele hele Genelkurmay Başkanı’nı (İlker Başbuğ) kalkar da bu şekilde değerlendirirsen bütün morali altüst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar?

            Başbakan Erdoğan’ın hiç bir konuşması bir öncekiyle tutarlı değil. Çok rahat milletin gözünün içine baka baka dün söylediğinin bugün tersini söyleyebiliyor. Üstelik “dün dündür, bugün bugündür” de demeden. Anadolu’da “hem nalına hem mıhına vurmak” diye bir söz vardır ya Başbakan tam da bunu yapıyor.  Yaptığı da Timsah gözyaşı dökmektir. Timsahlar avını yerken ağlarmış.

Sanki özel yetkili mahkemeleri AKP hükümeti değil de bir başka hükümet bu iş için görevlendirdi. TSK’ya yönelik itibar infazlarını sanki AKP medyası değil de Yunanistan medyası yaptı.  Kahpe teröristlerle kahramanca mücadele eden generalleri sanık ve darbeci; PKK’nın eli kanlı canilerini devlete muhatap ve gizli tanık yapan sanki AKP iktidarı değil de bir başka hükümet. Sanki “bu davanın savcısı benim” sözünü Başbakan Erdoğan değil de bir başkası söyledi. Sanki, gereğini yapması için “yargıya bende gerekeni söyledik” sözü Başbakan Erdoğan’a ait değil de bir Japon’a ait.

Başbakan bu sözlerinde samimi olsa MİT Müsteşarı için çıkardığı yasaya benzer bir yasa çıkarak bu konuyu bir günde gündemden kaldırır. Başbakan bun yapmıyor, yakınıyor.

Türkiye, Suriye gibi bir ülkeye karşı güvenliğini sağlamak için NATO’ya başvuruyor. Türkiye’nin hava savunma sistemi yabancı askerlere ve Patriotlara emanettir.

Türk ve Türklük Irki Değil Kültürel Bir Kavramdır!

CHP’li bir milletvekilinin “Türk milleti ile Kürt milliyetini eşit tutamazsınız” söylemi üzerine medyada inanılmaz bir linç kampanyası başlatıldı. AKP sözcüleri derhal bunu ırkçılık ve faşistlik olarak nitelendirdiler. Sözü söyleyen milletvekili Türk ve Kürtlerin eşit olduklarını açıkladıysa da onun ikinci açıklamasını dinleyenler olmadı.

Kavramlarda habersiz, sözlerin içini dilediği anlamları yükleyenler cahilce ve haince konuyu saptırıyorlar. Bir defa millet, halk ve milliyet kavramları başka başka anlam taşırlar. Millet kültürel bir kavramdır ve milliyeti içine alır ama Millet milliyete indirgenemez. Millet milliyetten ibaret de değildir.

Sayın Güler’in bu sözleri üzerinden Türk ve Kürt eşitsizliğinden söz ederek PKK’ya ve Öcalan’a hak verenler bile çıktı. Tek parti dönemi uygulamalarını eleştiri konusu yapıldı. O döneme özgü bir takım yöneticilerin sözlerinden yola çıkılarak Türkiye’de uygulanan ırkçı uygulamalar gündemde tutulmaya çalışıldı.

BDP milletvekillerinin “Türk tarihi katliamlar tarihidir” sözlerini şanlı medya tartışma konusu bile yapmadı. BDP’lilerin “Kürdistan işgal altındadır”, “Özgür Kürdistan” söylemleri ise sıradan sözler olduğu için şanlı medya bunları gündeme almaya bile tenezzül etmedi.

Türkiye’de dönemin şartları gereği ifade edilen marjinal bir takım sözlerden ırkçılık sonucunu çıkaranlar Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyetin kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözlerinin ne anlama geldiğine ise hiç dokunmadılar. Kurucu irade olarak ortaya konulan bu tanım Türkiye’deki uygulamalarda etkili olmuştur.

Türk milleti, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı olduğuna göre, Türkiye’de var olup, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağlayan hiç kimse Türk milleti kavramının dışından görülemez ve değerlendirilemez. Bu tanım Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde bulunan her gurubu, aşireti, topluluğu, mezhebi, meşrebi Türk milleti kavramı içine alır ve kapsar. Bütüncüldür.

Türk milleti kavramı, Türk etnisitesini de içine alır ancak Türk etnisitesinden ibaret de değildir. Türk milleti kavram kültüreldir. Kendisini meydana getiren bütün etnisite, mezhep, boy ya da aşireti içerir. Türk milleti kavramını etnisite, mezhep, bölge, meşrep, boy, aşiret, bey ya da cinsiyet temeline indirgeyerek bunlardan yalnız birisinden ibaret saymak hem eksik hem yanlış ve hem de bölücüdür.

       Türk milleti kavramını kendisini meydana getiren unsurların alternatifiymiş gibi göstererek adeta bütünü parçasıyla karşı karşıya getirmek; çatıştırıcı bir amacın ürünüdür. Bu bakımdan Türk milletini “Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Gürcü, Sünni, Şii vb” şekilde ifade etmek ya da milleti ayrıştırarak, birbirine karşıt ve rakip unsurlar olarak takdim etmek etnisiteye keramet atfetmek anlamına gelir.

       Demokrasi Değil Etnokrasi

       Sık sık etnisite ve mezhep vurgusu yapmak, farklılıkları öne çıkararak ortak yanları önemsizleştirmek etnik ve mezhep çatışmasını körüklemektir.

Her şeye etnisiteye indirgemek, etnisiteyle tanımlamak ve etnik sorun olarak görmek en temel ırkçı yaklaşımdır. Çünkü etnik çatışmacılar etnisiteyi en temel, en belirleyici toplumsal kategori ve etnik ayrılıkları da en temel, en aşılmaz toplumsal fay hatları olarak gördükleri için, çok-etnili toplumları çatışmaya meyilli görürler.

Etnikçi anlayış etnik kimliğin tarihi ve toplumsal koşullarından bağımsız bir varlığı ve çekiciliği olduğu, ekonomik ve kurumsal düzenlemelerin yok edemeyeceği bir güçle bireylerin siyasi temayülleri üzerinde belirleyici rol oynadığını iddia ederler.

Eğer insanlar etnisitelerinin, inançlarının, dillerinin ya da kimliklerinin herhangi başka bir etnisitenin ya da grubun tehdidi altında olduğuna inandırılırlarsa, bu iki grubun aynı toplum içerisinde bir arada yaşaması güç, hatta imkânsızdır.

Başbakan Erdoğan’ın sözlerine “Kürt, Türk, Çerkez, Boşnak, Gürcü, Arap” sözleriyle başlaması böyle bir anlayış ve algının ürünüdür.

Farklılık içinde birlik ya da vahdet içinde kesret söylemlerine Başbakanın söylemlerinde rastlamak mümkün değildir. Başbakan sürekli olarak Suriye’deki Esat’ın mezhebinden, Türkiye’deki halkın da etnik ayrıntılarından bahseder.

Bütünlük, birlik, ortak yanları kapattığı etnik ya da mezhep yanlarını öne çıkarttığı için doğru değildir. Bu söylemler çatışmacı, kışkırtıcı, ayırıcı, ötekileştirici ve ırkçıdır. Ebu Cehil söylemleridir.

Etnisite bir gerçektir, ancak yalnız başına bir bütünü açıklar nitelikte olan gerçeklik de değildir. Hatta etnisite insanın aidiyetini ve kimliğini tayinde kullanılacak onlarca unsurdan sadece birisidir. Kimliği belirleyen onlarca öğe içinde yalnızca etnisiteye belirleyicilik atfetmek yanlıştır. Her insanın kendi etnisitesiyle barışık olması doğaldır. Ancak insanın kendi etnisitesine dünyanın en üstün, en seçkin, en haklı, en güçlü, en güzel, en adil, en akıllı, en yaratıcı bir vasıf yüklemesi yanlış ötesi yanlıştır. Faşizm, ırkçılık, Nazizim vb, bu tür bir akılsızlığın ürünüdür.

 İnsan için gözünün ya da kulağının önemi tartışılamaz, ancak insan göz ya da kulaktan da ibaret değildir. Etnisite değil hiçbir unsur yalnız başına bütünü açıklamakta yeterli olamaz. Bütün içindeki bazı unsurların bazı durum ve şartlarda rolü, diğer parçalardan fazla olabilir. Bazen bir parçanın, niteliği ya da tavrı belirleyici de olabilir. Ancak parça ne denli fonksiyonel olursa olsun ya da temsil yeteneği bulunursa bulunsun kutsallaşmayı hak etmez.

Yaratılış gereği sahip olduklarına kutsallık ya da düşüklük affetmek insanlığın özüne aykırıdır. Büyüklük ve üstünlük takvadadır.

Etnisiteyi belirleyici bir tek öğe olarak alıp ona dayalı olarak üretilen etnikçi anlayışlar ırkçıdır. Etno-milliyetçilikler bireye hayali bir soykütüğü bahşeder; burada birey ancak bir kuşaklar zincirinin parçası olarak varolabilir. Etno ırkçı anlayış, “etnokrasi” adına demokrasiyi kapı dışarı eder.

 

 


Kaynak: Haber29.NET
Yorumlar (0)
2
az bulutlu
Namaz Vakti 27 Temmuz 2024
İmsak 03:22
Güneş 05:08
Öğle 12:34
İkindi 16:28
Akşam 19:49
Yatsı 21:27