Senin için değer
Sabahın ilk ışıkları, Gümüşhane’nin dağları arasında ağır ağır süzülüyordu. Karadeniz’in o serin havası, Aylin’in çocukluğundan beri alışık olduğu dinginliği taşıyordu. Ama o sabah bambaşkaydı; çünkü bu sabah, hayatının dönüm noktalarından birine adım atıyordu.
Evin içinde telaş vardı. Annesi Emine Hanım, kızına son kez hazırlık yapıyormuş gibi çantalarını kontrol ediyor, “Şunu da koy, bunu da al” diyerek koşturuyordu. Babası Mehmet Bey ise fazla konuşmuyor, sessizliğiyle duygularını bastırmaya çalışıyordu. Onun için kızının uzaklara, İzmir’e gitmesi kolay değildi.
Aylin, valizinin yanında ayakta beklerken gözleri nemlenmişti. İçinde tarifsiz bir heyecanla karışık bir hüzün vardı. Yıllardır hayalini kurduğu üniversite yaşamı başlamıştı ama ardında bıraktığı ev, toprak, ailesi... Hepsi kalbinin bir köşesini sızlatıyordu.
Emine Hanım, kızının yüzüne bakarak iç çekti:
— Aylin’im… İzmir büyük şehir. İnsanları farklıdır. Sakın herkese güvenme kızım, olur mu?
Aylin annesinin ellerini tuttu, hafifçe gülümsedi:
— Merak etme anne, aklım başımda. Hem ben sadece okumaya gidiyorum.
Mehmet Bey o ana kadar suskunluğunu korumuştu. Fakat tam Aylin çıkarken ağır bir sesle konuştu:
— Bizim kızımız kimseye muhtaç olmaz. Başını eğme. Nereden geldiğini unutma.
Aylin’in gözleri doldu. Babasının sert sözlerinin altında aslında derin bir sevgisi vardı. Onu tanıyordu. Başını salladı:
— Unutmam baba…
Otobüs terminaline vardıklarında ayrılık anı daha da ağır geldi. Annesi gözyaşlarını saklamaya çalışırken, babası güçlü durmaya çalıştı. Otobüs hareket ettiğinde Aylin camdan dışarı bakarak el sallıyordu. İçinde bir ses, bu yolculuğun hayatında sadece bir başlangıç değil, kaderinin rotasını değiştirecek bir dönüm noktası olduğunu söylüyordu.
İzmir’e vardığında hava farklıydı; daha sıcak, daha kalabalık, daha karmaşık… Terminalde inince kalabalığın uğultusu, şehrin hızlı ritmi hemen kendini hissettirdi. İlk kez böyle büyük bir şehirde yalnız başına bulunuyordu. Kalbi hızla atıyordu ama aynı zamanda kendini özgür hissediyordu.
Yurda yerleştiğinde odasında üç kişi daha vardı. Hepsi farklı şehirlerden gelen öğrencilerdi. İlk tanışma heyecanlı geçti. O anlardan itibaren Aylin için yeni bir hayat başlamıştı. Dersler, yeni arkadaşlıklar, şehirde kaybolmalar, alışmaya çalıştığı düzen…
Ama henüz bilmediği bir şey vardı:
Çok da uzak olmayan bir yerde, İzmir’in en prestijli otellerinden birinde, bambaşka bir dünyaya ait olan Yusuf Ali Demirdağ da kendi hayat mücadelesini veriyordu. Ve kader, çok geçmeden onların yollarını kesiştirecekti.
İzmir’de günlerden pazartesiydi. Şehir, sabah trafiğinin telaşıyla uyanmış, kalabalığın uğultusu her köşeye yayılmıştı. Aylin, üniversitenin ilk haftasında biraz kaybolmuş, biraz da heyecanlıydı. Her şey ona yabancıydı; sınıflar, koridorlar, kütüphane… ama içten içe “bir gün alışacağım” diye kendine telkinde bulunuyordu.
O sabah ders çıkışı çantasına birkaç kitap koymak için kütüphaneye uğradı. Geniş, sessiz salonun rafları arasında dolaşırken kalbi hafifçe çarptı. Küçüklüğünden beri kitaplara özel bir ilgisi vardı. Rafların kokusu bile onu sakinleştiriyordu.
Tam raflardan birine uzanırken, yüksekçe bir rafta gördüğü kitabı almak için parmaklarının ucuna kalktı. İnce yapılı bedenine rağmen kitap ağırdı ve düşecek gibiydi. Bir anlık dengesizlikle kitap kaydı, yere düşmeden hemen önce bir el havada yakaladı.
— Dikkat et, neredeyse kafana düşüyordu.
Derin, tok bir sesti bu. Aylin başını kaldırdığında, karşısında uzun boylu, düzgün giyimli bir genç duruyordu. Kahverengi saçları hafif dağınık, gözleri ise dikkat çekici derecede keskin bakıyordu. Onunla göz göze geldiğinde Aylin istemsizce utandı, yanaklarına sıcaklık yayıldı.
— Teşekkür ederim… Ben fark etmemiştim.
— Sorun değil, dedi genç, hafif bir tebessümle. “Belli ki yeni geldin. Daha önce seni hiç görmedim.”
Aylin kitapları toparlarken kısık bir sesle cevap verdi:
— Evet… İlk yılım. Gümüşhane’den geldim.
— Hoş geldin o zaman. Ben Yusuf Ali, üçüncü sınıftayım.
Genç elini uzattı. Aylin tereddütle baktı, sonra tokalaştı.
— Ben de Aylin.
Bir süre sessizlik oldu. Yusuf Ali, onun çekingen tavırlarını fark etmişti. Çoğu yeni gelen öğrenciden farklıydı; gözlerinde kibir değil, masumiyet vardı. Raflardan birkaç kitap aldıktan sonra birlikte çıkışa doğru yürüdüler.
— İzmir’e alışabildin mi? diye sordu Yusuf Ali.
— Henüz değil, dedi Aylin dürüstçe. “Her şey çok hızlı. İnsanlar aceleci. Bazen sanki nefesim yetmiyor gibi oluyor.”
— Alışırsın, dedi Yusuf Ali gülerek. “İzmir biraz sert görünür ama içinde çok güzellik barındırır.”
Kütüphaneden çıktıklarında koridorda karşılarına kalabalık bir grup öğrenci çıktı. İçlerinden biri Yusuf Ali’ye seslendi:
— Ooo Yusuf! Geliyoruz bu akşam, değil mi?
Yusuf Ali kısa bir bakış attı:
— Bakarız.
Sonra tekrar Aylin’e döndü.
— Kusura bakma, biraz kalabalık ortamım var. Ama sen kafana takma, kendi yolunda git.
Aylin hafifçe gülümsedi.
— Zaten hep kendi yolumda gideceğim.
İşte o an Yusuf Ali’nin içinde garip bir kıpırtı oldu. Onun bu duruşu, kendinden emin ama aynı zamanda naif hali, bugüne kadar tanıdığı hiçbir kıza benzemiyordu. Genellikle çevresindeki insanlar, onun soyadıyla ilgilenirdi; Demirağ ailesinin zenginliği, otelleri, arabalarıyla. Ama bu kız… bambaşkaydı.
O gün yolları orada ayrıldı. Ama kaderin ince iplikleri çoktan birbirine dolanmıştı.
Aylin yurda dönerken içinden “Ne garip bir çocuktu… Yusuf Ali…” diye düşündü. Kalbinin derinlerinde hafif bir kıpırtı hissetti ama hemen kendini toparladı:
— Aylin, sen okumaya geldin, başka şeylere yer yok!
Fakat hayat, ona daha büyük sürprizler hazırlıyordu.
İzmir’in sonbaharı, Ege’nin o serin rüzgârıyla başlıyordu. Günler biraz kısalmış, üniversite kampüsünün yollarını sararmış yapraklar süslemeye başlamıştı. Aylin, her gün okula giderken kalabalık koridorların, hareketli bahçelerin içinde kayboluyor; kendini bu büyük şehre alıştırmaya çalışıyordu.
Kütüphanede tanıştığı Yusuf Ali’yle karşılaştığı o günün üzerinden birkaç hafta geçmişti. Aylin, o anı düşündükçe aklına genç adamın tok sesi, kararlı bakışları geliyordu. Ama sonra kendini hemen uyarıyordu:
“Hayır Aylin, sen okumaya geldin. Hayallerin var. Duygular seni yoldan çıkarabilir.”
Fakat kader, insanın planlarını çoğu zaman boşa çıkarır.
Birinci Tesadüf: Kampüs Yolu
Bir sabah, dersine yetişmek için koşar adımlarla kampüs yolundan ilerlerken çantasının fermuarı açıldı. Defterleri yere saçıldı. Aylin panikle eğildi, kitaplarını toplarken bir çift el daha defterlerini toparlamaya yardım etti.
— Yine karşılaştık, dedi tanıdık bir ses.
Başını kaldırdığında Yusuf Ali’nin tebessüm eden yüzünü gördü.
Aylin şaşkındı.
— Siz… yani… sen!
Yusuf Ali gülerek defteri uzattı:
— Görünüşe bakılırsa kader bizi aynı yerde toplamaya kararlı.
Aylin defterini aldı, hafifçe gülümseyerek teşekkür etti. Yolu birlikte yürümek durumunda kaldılar. Yusuf Ali sohbeti başlattı:
— Hangi dersin var?
— Sosyoloji giriş… Senin?
— Benim de aynı binada, farklı bölüm dersi ama aynı saatlerde.
O gün ilk kez beraber yürüdüler. Sanki yıllardır tanışıyor gibiydiler.
Bir hafta sonra Aylin, yurttaki kızlarla birlikte okulun yakınındaki küçük bir kafeye gitmişti. Masalar doluydu, sadece köşede iki kişilik bir masa boştu. Oturup sipariş verdiklerinde yan masadan bir ses yükseldi:
— Bakar mısın? Şansa bak…
Yusuf Ali, birkaç arkadaşıyla oturuyordu. Onun gülümseyişi yine dikkatini çekti. Arkadaşlarının arasında konuşurken bile göz ucuyla Aylin’i izliyordu.
Aylin’in yanındaki arkadaşı Meryem hemen fısıldadı:
— Aylin, bu çocuk sana bakıyor! Kim bu?
— Sadece okuldan biri… diyebildi Aylin, yüzü kızararak.
Fakat Meryem’in gözlerinde merak kadar kıskançlığın da ilk kıvılcımları vardı.
Bir akşamüstü gökyüzü aniden kararmış, İzmir’e sağanak yağmur başlamıştı. Aylin şemsiyesi olmadığı için koştur koştur yurda dönmeye çalışıyordu. Yağmurdan sırılsıklam olmuştu ki yanına siyah şemsiyesiyle Yusuf Ali yetişti.
— Yine mi sen? dedi Aylin gülerek.
— Sanırım tesadüflerden kaçamayacağız, dedi Yusuf Ali. “Gel, hasta olacaksın.”
Yan yana yürürken Aylin’in kalbi hızlı çarpıyordu. Yağmur damlaları, şemsiyenin kenarından süzülüp ayaklarına düşüyor, şehrin karmaşası içinde bir anlığına her şeyden uzak kalıyorlardı.
Yusuf Ali ciddi bir ses tonuyla sordu:
— Aylin, sen hep yalnız mısın burada?
— Çoğu zaman. Ama alışıyorum.
— Alışmana gerek yok. İzmir yalnızlık şehri değildir. En azından… bundan sonra yanında ben olabilirim.
Aylin’in kalbi bir an duracak gibi oldu. Ama kendini toparladı:
— Biz daha yeni tanıştık. Hem ben dikkatli biriyim.
Yusuf Ali tebessüm etti:
— Dikkatli olman iyi. Ama bazen hayat, en dikkatli olduğun anlarda en güzel sürprizlerini bırakır önüne.
Yağmur dinmişti, ama Aylin’in içinde başlayan fırtına dinmek bilmiyordu.
O gece yurtta yatağına uzandığında aklında hep Yusuf Ali vardı. Birkaç haftada bu kadar çok karşılaşmaları gerçekten “tesadüf” müydü? Yoksa kader, onları aynı çizgide buluşturmak için çabalıyor muydu?
Aylin, kendi kendine fısıldadı:
— Ne olursa olsun, dikkatli olmalıyım… Çünkü bu çocuk bana bir şekilde dokunuyor.
Ama farkında değildi; Yusuf Ali de aynı saatlerde evinde, onu Aylin, İzmir’e alışmaya başlamıştı. Dersler yoğun olsa da her gün yeni bir şey öğreniyor, kampüsün kalabalığında kendine küçük adımlarla yol açıyordu. Yurtta oda arkadaşı olan Meryem, onun en çok güvendiği kişiydi. İlk günlerde aynı memleketten gelmemelerinin önemi olmamış, kısa sürede birbirlerine alışmışlardı. Meryem, Eskişehirliydi; neşeli, konuşkan ve biraz da gözü dışarıda bir kızdı. Aylin’in sessizliğiyle dengeleniyor gibiydi.
Ama son haftalarda Aylin’in yüzüne yerleşen o belli belirsiz tebessüm, Meryem’in gözünden kaçmamıştı. Bir gün, yurtta ders çalışırken söze girdi:
— Aylin, farkında mısın? Sen değiştin. Gözlerin daha çok parlıyor. Biri mi var yoksa?
Aylin başını hızla kaldırdı, biraz da utangaç bir tavırla:
— Ne diyorsun sen Meryem? Nereden çıkardın bunu?
Meryem, dudaklarında küçük bir gülümsemeyle kitaplarını kapattı:
— Hadi ama, ben senin oda arkadaşınım. Senin ruh halini görmemem imkânsız. Söyle, kütüphanedeki o çocuk mu? Şu… neydi adı? Yusuf Ali.
Aylin’in yüzü kızardı.
— Biz… sadece tesadüfen birkaç kez karşılaştık. O kadar.
Meryem gözlerini kıstı. İçinde küçük bir kıvılcım yanmıştı. Çünkü Yusuf Ali’yi ilk gördüğü günden beri yakışıklılığını, karizmasını fark etmişti. Çevresinde hep dikkat çektiğini biliyordu. Ama Aylin gibi sessiz, içine kapanık bir kızın bu kadar çabuk fark edilmesi… Meryem’in içinde anlaşılmaz bir huzursuzluk yaratıyordu.
Bir hafta sonu kızlar kampüsün bahçesinde dolaşırken, uzaktan Yusuf Ali göründü. Yanında Kerem adında bir arkadaşı vardı. İki genç onları fark edip yanlarına geldi.
— Selam kızlar, dedi Yusuf Ali gülümseyerek. “Aylin, tesadüfen yine karşılaştık.”
— Tesadüf mü artık? dedi Meryem, lafı şakaya vurup ama gözleriyle Aylin’e ince bir bakış attı.
Kerem hemen Meryem’le ilgilenmeye çalıştı ama Meryem’in gözü Yusuf Ali’deydi. Yusuf Ali’nin ise gözleri hep Aylin’de. Onun konuşurken utangaç tavırları, sessiz gülüşleri Yusuf Ali’yi daha çok çekiyordu.
Meryem içten içe kıskandı. “Bende ne eksik ki?” diye düşündü. O, dışa dönük, neşeli, dikkat çekici bir kızdı. Ama Yusuf Ali’nin bakışları hiç kaymıyordu.
O akşam yurtta Meryem, Aylin’e sorular sormaya başladı:
— Yusuf Ali’nin ailesi çok zenginmiş, biliyor musun? Babasının otelleri varmış. Böyle insanlar farklıdır Aylin. Sen dikkat et bence. Onların dünyası bize benzemez.
Aylin biraz düşündü.
— Ben zaten dikkatliyim. Zenginmiş, fakirmiş… Benim için fark etmez. Ben insanın kalbine bakarım.
Meryem dudak büktü, alayla:
— Kalbine bakarsın da, o dünyanın içine girebilir misin? Bazen sadece sevmek yetmez.
O gece Aylin’in içine hafif bir huzursuzluk çöktü. Ama asıl fark etmediği şey, Meryem’in sözlerinin ardındaki kıskançlıktı.
Birkaç gün sonra Yusuf Ali, Aylin’i kampüs kafeteryasında gördü. Yanına oturup çekingen bir sesle sordu:
— Bu hafta sonu küçük bir etkinlik var. Arkadaşlarımın evinde toplanacağız. Gelmek ister misin?
Aylin şaşırdı. Böyle ortamlara alışkın değildi. Tereddütle baktı:
— Ben… bilmem. Pek tanımam kimseyi.
O sırada yanlarında beliren Meryem söze atladı:
— Tabii ki geliriz! Değil mi Aylin? Hem yeni insanlarla tanışırız.
Aylin önce itiraz edecek gibi oldu ama Meryem’in ısrarcı bakışları karşısında sessiz kaldı.
Meryem’in Planı
O akşam odada Meryem, aynanın karşısında saçlarını tararken kendi kendine mırıldandı:
— Yusuf Ali gibi biri… Neden Aylin’e baksın ki? Belki de yanılıyorum. Belki de onun ilgisini çekebilecek tek kişi benimdir.
İçindeki kıskançlık, artık ufak bir gölge olmaktan çıkıyor, Aylin’in mutluluğunu boğacak bir karanlığa dönüşüyordu.
Ve o davet, bu üçgenin ilk ciddi sınavı olacaktı. düşünüyordu.
İzmir’in sahil şeridinde, göz kamaştıran bir manzaranın tam karşısında, yüksek duvarların ardında görkemli bir villa yükseliyordu. Demirağ ailesinin evi… Kocaman bahçesi, havuzu, bakımlı çiçekleriyle adeta bir dergi kapağından çıkmış gibiydi. Ama bu ihtişamın içinde, farklı bir yalnızlık vardı.
Yusuf Ali, o evde büyümüştü. Çocukluğundan beri varlık içinde yaşamıştı ama zenginliğin sağladığı konfor, içindeki boşluğu dolduramıyordu.
Demirağ Ailesi
Babasının adı Hasan Demirağdı. Sert bakışlı, otoriter, işkolik bir adam. Türkiye’nin en büyük otel zincirlerinden birini yönetiyordu. Onun için hayatta tek önemli şey vardı: başarı ve aile isminin daha da büyümesi.
Yusuf Ali’nin annesi ise Zehra Hanımdı. Daha naif, daha yumuşak bir kadın. Evin hanımefendisi olmaktan öteye geçememiş, eşinin gölgesinde yaşamıştı. Oğluna sevgisini göstermeye çalışsa da, Hasan Bey’in sertliği her şeyin önüne geçiyordu.
Akşam yemeklerinde büyük yemek masasının etrafında aile toplanırdı. Ama sohbet değil, hesap sorulur; gülüşmeler değil, planlar konuşulurdu.
Bir akşam yine sofradaydılar. Hasan Bey ağır bir sesle oğluna döndü:
— Yusuf Ali, artık üçüncü sınıfa geldin. İşleri öğrenmenin vakti geldi. Bu yaz seni holdingde görmek istiyorum.
Yusuf Ali çatallı bir sesle cevap verdi:
— Baba, ben şimdilik derslerime yoğunlaşmak istiyorum.
Hasan Bey kaşlarını çattı:
— Ders dediğin nedir? İş hayatı gerçek bir okuldur. Boş hayallerle vakit kaybetmeni istemem. Sen Demirağ’sın. Adının bir ağırlığı var.
Annesi araya girdi:
— Hasan, bırak biraz da gençliğini yaşasın. Daha önünde çok zaman var.
Ama Hasan Bey’in bakışları oğlunun kalbine saplanan bir hançer gibiydi:
— Sen benim oğlumsun. Sana yol çizildi. O yoldan sapamazsın.
Yusuf Ali sessizce masadan kalktı. O an yine hissetti: Bu evde nefes almak bile bir mücadeleydi.
Yusuf Ali, dışarıdan bakıldığında herkesin imrendiği bir hayata sahipti. Son model arabalar, şık kıyafetler, çevresinde dönüp duran kalabalık arkadaş grupları… Ama aslında çoğu sahteydi.
Çevresindeki birçok kişi onun kim olduğunu, hangi soyadını taşıdığını önemsiyordu. Onu gerçekten seven, içindeki yaraları görebilen çok az insan vardı.
Yusuf Ali bazen yalnız başına sahile iner, dalgaların sesini dinlerdi. İçinden hep şu sözler geçerdi:
“Ben kimim? Babamın istediği adam mı olacağım, yoksa kendi yolumu mu seçeceğim?”
Eski Bir Hikâye: Nihan
Yusuf Ali’nin ailesi, onun hayatını yönlendirmekten hiç vazgeçmemişti. Liseden beri ailesinin istediği bir kız vardı: Nihan. İzmir’in tanınmış ailelerinden birinin kızı. Güzeldi, alımlıydı, sosyetik ortamlarda sürekli boy gösterirdi.
Bir dönem Yusuf Ali ile çıkmışlardı. Ama Yusuf Ali, onun yapmacıklığından, sürekli “para” ve “gösteriş” üzerine kurulu dünyasından sıkılmıştı. Ayrılmışlardı. Fakat Nihan, Demirağ soyadından vazgeçmemişti.
Zehra Hanım, oğluna sık sık nasihat ederdi:
— Oğlum, Nihan seni çok seviyor. Onunla olursan hem iş hem aile açısından her şey kolaylaşır.
Yusuf Ali’nin cevabı ise hep aynıydı:
— Anne, ben kolaylık için değil, gönlüm için yaşamak istiyorum.
Ama bu sözler babasının evinde yankılanmazdı.
Bir gece odasında tek başına kaldığında pencereden şehre baktı. Gözlerinde derin bir kararsızlık vardı. İçinde bir yandan ailesinin yüklediği sorumluluk, diğer yanda kendi kalbinde filizlenen isyan…
Son haftalarda kampüste tanıştığı Aylin’i düşündü. Onun sade gülüşü, gözlerindeki samimiyet…
Aylin’in yanında, ilk kez “kim olduğu” için değer gördüğünü hissetmişti. Soyadı, serveti, parası için değil… sadece Yusuf Ali olduğu için.
Ama biliyordu ki, babası böyle bir kıza asla izin vermezdi.
Kendi kendine fısıldadı:
— Eğer bu yol Aylin’e çıkarsa… herkes karşıma dikilse de ben yürürüm. Çünkü… içimde ilk kez gerçek bir şey hissediyorum.
Ve işte tam o sırada, hayatın iplikleri daha da sıkı örülmeye başlamıştı. Yusuf Ali’nin dünyası, Aylin’in saf kalbiyle çarpışmak üzereydi.
Aylin’in İzmir’e gelişinden bu yana geçen birkaç ay, onun hayatını kökten değiştirmişti. Üniversite koridorlarında adını yeni yeni duyuran, sakin ve çekingen yapısıyla dikkat çeken bu genç kız, kalbinin bir köşesinde tarifsiz bir telaş taşıyordu. Bu telaşın adı artık belliydi: Yusuf Ali.
Onunla birkaç kez karşılaşmış, aynı arkadaş grubunun içinde denk gelmişlerdi. Ama hiçbir karşılaşma, içlerindeki merakı susturmaya yetmemişti. Aylin, Yusuf Ali’nin gözlerinde sakladığı hüzne bakıyor; Yusuf Ali ise Aylin’in gülüşünde gizlenmiş samimiyetin peşine düşüyordu.
Rastlantı mı, Kader mi?
Bir sonbahar sabahı, üniversitenin kampüsünde ince bir rüzgâr esiyordu. Aylin, ders çıkışı küçük not defterini çantasına koyarken, karşıdan Yusuf Ali’yi gördü. Siyah montunun içinde karizmatik görünüyordu. Ama bu kez farklıydı; yüzünde kararlı bir ifade vardı.
Aylin’in yanına yaklaştı:
— Merhaba Aylin, ders bitti mi?
Aylin biraz şaşkın ama gülümseyerek cevap verdi:
— Evet, çıkıyordum. Senin dersin yok muydu?
Yusuf Ali hafif bir tebessümle başını salladı:
— Var ama… seninle konuşmak istedim. Eğer vaktin varsa, sahilde yeni açılan bir kahveci var. Gidelim mi?
Aylin’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu teklif hem heyecan verici hem de biraz ürkütücüydü. Birkaç saniye düşündü, sonra başını olumlu anlamda salladı:
— Olur… neden olmasın?
Deniz Kenarında Bir Kahve
İzmir Körfezi’nin maviliğine bakan küçük ama şirin bir kahveciye girdiler. Ahşap masalar, duvarlarda asılı eski İzmir fotoğrafları, hafif caz müziği… Atmosfer sıcacıktı.
Pencereden denizi gören bir masaya oturdular. Garson kahvelerini getirdiğinde, aralarında kısa bir sessizlik oldu. İkisi de birbirinin gözlerine bakmaya cesaret edemiyor gibiydi.
İlk sözü Yusuf Ali aldı:
— Biliyor musun Aylin, seni gördüğüm ilk andan beri farklı olduğunu hissettim. Ama seni daha yakından tanımak istedim.
Aylin hafifçe başını eğdi. Gözlerinde utangaç bir ışık vardı.
— Ben de seni merak ediyorum. Açıkçası… seni hep çevrende kalabalıklarla gördüm. Ama sen onlardan farklısın sanki. Daha sessiz, daha derin…
Yusuf Ali içten bir kahkaha attı:
— Çoğu insan beni öyle görmez. Onlar için ben sadece “Demirağların oğlu”yum. Ama sen böyle söyleyince… ilk kez biri beni gerçekten gördü gibi hissettim.
Aylin cesaretini toplayarak gözlerini ona çevirdi:
— Belki de ben de öyle hissediyorum. İzmir’de herkes için yabancıyım. Burada kimse beni tanımıyor, ailemin kim olduğunu bilmiyor. Sadece ben olduğum için yanımdalar ya da değiller. Bu çok garip bir his…
İkisi de, farklı dünyaların çocukları olduklarını fark ediyordu. Ama bu fark, onları uzaklaştırmak yerine daha da yakınlaştırıyordu.
Yusuf Ali derin bir nefes aldı.
— Sana bir şey söyleyeyim mi Aylin? Benim hayatım dışarıdan çok parlak görünüyor. Ama aslında… ben çoğu zaman yalnızım. İnsanlar benimle çıkar için arkadaşlık ediyor. Annem ve babam ise bana hep kendi istedikleri hayatı dayatıyor.
Aylin, onun bu içten sözleri karşısında yüreğinin titrediğini hissetti. Sessizce fısıldadı:
— Bu çok zor olmalı.
Yusuf Ali gözlerini denize çevirdi:
— Evet, zor. Ama seni tanıdığımda ilk kez… kendim olabildiğimi hissettim. Senin yanında maske takmama gerek yok.
Aylin’in gözleri doldu. O da içindekileri saklamaktan yorulmuştu.
— Ben de senin yanında güvende hissediyorum. İzmir benim için kocaman ve yabancı bir şehir. Ama sen yanımda olunca… sanki her şey kolaylaşıyor.
O an, aralarındaki bağın sadece bir tanışıklık değil, kalplerine işleyen bir yakınlık olduğunu anladılar.
Kahveler soğuyordu, ama konuşmalar ısındıkça ısınıyordu. Zaman durmuş gibiydi. Yusuf Ali bir an cesaretini toplayarak sordu:
— Aylin… sana garip gelebilir ama… seninle daha çok zaman geçirmek istiyorum. Sen bana iyi geliyorsun.
Aylin’in yüzü kızardı, ama gülümsemekten de kendini alamadı.
— Bu garip değil… çünkü ben de öyle hissediyorum.
Göz göze geldiklerinde kalplerinin ritmi aynı melodiyi çalıyordu. İtiraflar tamamlanmıştı belki ama bu, çok daha büyük bir hikâyenin başlangıcıydı.
O gün sahil kenarındaki kahveciden ayrıldıklarında, ikisi de biliyordu: Artık yolları kesişmişti. Bundan sonra atacakları her adımda, kalplerinin sesi onlara rehberlik edecekti.
Aylin ve Yusuf Ali’nin sahil kenarındaki o ilk kahvesinden günler geçmişti. İkisi de farkında olmadan günlük hayatlarını birbirlerine göre ayarlamaya başlamışlardı. Sabahları kampüste tesadüfen (!) aynı koridorda karşılaşıyor, ders aralarında kısa yürüyüşlere çıkıyor, akşamüstleri kütüphanede yan yana oturuyorlardı.
Artık göz göze geldiklerinde gülümsemek yetmiyordu; kalpleri çoktan aynı dili konuşmaya başlamıştı. Ama her güzel şeyin ardında, bir gölge pusuda beklerdi. Ve o gölge, ikisinin de haberi olmadan adım adım yaklaşmaktaydı.
Nihan’ın Sessiz Öfkesi
Nihan, fakültenin en dikkat çeken kızlarından biriydi. Uzun sarı saçları, gösterişli giyimi ve yüksek özgüveniyle herkesin gözünün üzerinde olduğu biri. Ama Aylin için bu gösterişin ardında, derin bir kıskançlık vardı.
Çünkü Nihan, uzun zamandır Yusuf Ali’ye karşı gizli bir ilgi besliyordu. Onun Demirağ ailesinin oğlu oluşu, çevresindeki statü, aynı zamanda gizemli ve mesafeli tavırları… Nihan’ı her zaman büyülemişti. Ama Yusuf Ali, gözlerinin önünde Aylin’i seçmişti.
Bir gün arkadaş grubuyla kantinde otururken, Nihan konuşmaya başladı:
— Şu yeni gelen kız var ya, Aylin… fark ettiniz mi, Yusuf Ali’yle çok sık beraber olmaya başladı.
Arkadaşlarından biri kaşlarını kaldırdı:
— Evet, ben de gördüm. Hatta dün kütüphanede saatlerce yan yana oturuyorlardı.
Nihan’ın dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi:
— Ne hikmetse herkesle mesafeli olan Yusuf Ali, ona yakın davranıyor. Bu işte bir gariplik yok mu sizce?
Küçük bir grup, Nihan’ın sözlerine kulak verdi. Ve dedikodular başlamış oldu.
Aylin’in haberi olmadan kampüste fısıldaşmalar başlamıştı.
— “Demirağların oğlu neden o kızla ilgileniyor ki?”
— “Kimmiş ki Aylin? Sıradan bir taşralı…”
— “Kesin çıkarı vardır, başka ne olabilir?”
Sözler, Aylin’in kulağına doğrudan ulaşmamıştı ama bakışlardan hissediyordu. Koridorlarda yürürken bazı kızların onu süzüşü, fısıltılar arasında adının geçmesi… İçinde hafif bir huzursuzluk yaratmaya başlamıştı.
Ama Aylin, Yusuf Ali’ye bunu açmaya cesaret edemiyordu. “Ya ona yük olurum?” diye düşünüyordu.
Yusuf Ali de kendi tarafında farklı bir baskı altındaydı. Babası Selçuk Demirağ, oğlunun hayatında biri olduğunu hissetmişti. Henüz isim bilmiyordu ama oğlunun sık sık dışarıda vakit geçirmesi, derslere eskisi gibi odaklanmaması dikkatinden kaçmamıştı.
Bir akşam evde, ağır bir ses tonuyla sordu:
— Yusuf, bu aralar neredeyse her gün dışarıdasın. Kiminle vakit geçiriyorsun?
Yusuf Ali gözlerini kaçırarak kısa bir cevap verdi:
— Arkadaşlarla baba…
Ama Selçuk Demirağ kolay ikna olacak biri değildi. Yıllarca iş dünyasında insanları bir bakışla okumuştu.
— Arkadaşlarla ha? Peki ya bu iş derslerini aksatmaya başlarsa? Bizim ailede sorumluluklar her şeyden önce gelir, unutma.
Yusuf Ali’nin boğazı düğümlendi. İçinden “Keşke babam bir kez olsun beni anlamaya çalışsa” diye geçirdi. Ama karşısında, duygulara değil kurallara değer veren bir adam vardı.
Nihan, Aylin’i küçümserken yalnız değildi. Yanında Melis ve diğer birkaç yakın arkadaşı vardı. Bir gün yurtta otururken Nihan sinsi bir fikir ortaya attı:
— Aylin’i kendi halinde bırakmak, Yusuf Ali’yi ondan koparmaz. Ama ona güvenini sarsarsak… işler değişir.
Melis merakla sordu:
— Nasıl yani?
Nihan, dudaklarını kıvırarak cevap verdi:
— Mesela… Aylin’in aslında başka biriyle ilgilendiğini ima edebiliriz. Ufak tefek dedikodular yayarız. Bir bakmışsınız, Yusuf Ali’nin gözüne düşmüş olur.
Melis’in yüzünde tereddüt belirdi:
— Ama Aylin kötü birine benzemiyor ki…
Nihan sert bir bakış attı:
— Bu işte iyilikle kötülük yok Melis. Kazanan ve kaybeden var. Ve ben kaybeden olmayacağım.
Böylece gölgelerde bir oyun kurulmaya başlamıştı.
Aylin’in İçindeki Fırtına
Aylin, bir gün kütüphaneden çıkarken iki kızın fısıldaşmalarını duydu.
— Duydun mu, Aylin’in aslında başka bir şehirde bir sevgilisi varmış…
— Evet ya, garibim Yusuf Ali de habersiz.
Aylin’in kalbi hızla çarptı. Yanlarına gidip itiraz etmek istedi ama bunu yaparsa dedikodulara daha çok malzeme vereceğini düşündü. Eve döndüğünde odasında defterini açtı, sayfaların köşesine titreyen harflerle yazdı:
“Ben sadece dürüst olmak istiyorum. Neden insanlar beni tanımadan yargılıyor?”
Gözlerinden yaşlar süzülürken, Yusuf Ali’ye mesaj yazmayı düşündü ama parmakları ekranda tereddüt etti. “Ya inanmazsa? Ya güvenini kaybedersem?”
O akşam Yusuf Ali, arkadaşlarından birinden garip bir söz işitti:
— Kardeşim dikkat et, Aylin sandığın gibi olmayabilir. Onun hakkında bazı şeyler konuşuluyor…
Yusuf Ali’nin kaşları çatıldı:
— Ne demek istiyorsun?
— Bilmiyorum, belki de boş laftır. Ama kulağıma geldi, seninle görüşmeden önce başkasıyla ilgileniyormuş.
O an Yusuf Ali’nin içinde derin bir öfke kabardı. Bir yanıyla Aylin’e güvenmek istiyordu, diğer yanıyla söylenenler kafasını karıştırmıştı.
O gece uyuyamadı. Pencereden İzmir’in ışıklarına bakarken kendi kendine sordu:
“Acaba Aylin bana gerçeği söylemiyor mu?”
Devamı başka yazıda biraz merak uyandıralım istedim bir de hikaye uzun tüketilsin
İmsak | 06:06 | ||
Güneş | 07:37 | ||
Öğle | 12:28 | ||
İkindi | 14:48 | ||
Akşam | 17:09 | ||
Yatsı | 18:35 |