banner333

banner309

banner421

22.12.2025, 23:51 63

Asla Affetmeyeceğim

Kampüs sabahları her zaman aynı kokardı; ıslak çimen, bayat kahve ve aceleyle geçen hayatlar. Kemal, Edebiyat Fakültesi binasının önündeki bankta oturmuş, elindeki defteri kapalı tutuyordu. Yazmak için açmıştı ama kelimeler akmıyordu. Çünkü zihninde tek bir isim vardı.

Aylin.

Onu ilk kez geçen yıl, kantinde görmüştü. Gülüşü yüksek sesli değildi ama dikkat çekiciydi; sanki insanın içindeki sessiz yerleri bulup oraya dokunuyordu. Kemal o gün bakışlarını kaçırmıştı. Aylin fark etmemişti. Ya da fark etmiş ama önemsememişti.

Bankın yanından hızlı adımlarla geçen öğrenciler arasından Aylin belirdi. Açık renk montu, omzuna attığı çantası ve telefonuna gömülmüş hâliyle… Kemal onu uzaktan tanıdı. Kalbi istemsizce hızlandı.

— “Kemal!”

Sesini duyduğunda irkildi. Aylin karşısında duruyordu.

— “Bir şey sorabilir miyim?” dedi Aylin, gözlerini telefondan ayırmadan.

Kemal ayağa kalktı.

— “Tabii… sor.”

Aylin nihayet başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Kemal, o anın uzun sürmesini istedi ama Aylin çoktan konuşmaya başlamıştı.

— “Bugün dersim var ama kulüp toplantısına yetişmem lazım. Yoklamaya imza atar mısın benim yerime?”

Kemal duraksadı. Bu yasaktı. Biliyordu. Ama Aylin’in sesi, onun içindeki bütün kuralları susturuyordu.

— “Olur.”

Aylin dudaklarını belli belirsiz kıvırdı.

— “Sağ ol, çok tatlısın.”

Tatlı. Kemal bu kelimeyi akşamına kadar defalarca zihninde tekrarladı.

Aylin uzaklaştıktan sonra Mert yanına geldi. Elinde kahve, yüzünde her zamanki şüpheci ifade vardı.

— “Yine mi?” dedi.

— “Ne yine mi?”

— “Onun işlerini sen yapıyorsun.”

Kemal başını eğdi.

— “İstedi sadece.”

Mert iç çekti.

— “Kemal, bir insan seni seviyorsa senden bir şey isterken iki kere düşünür.”

Kemal cevap vermedi. Çünkü Aylin’in onu sevmediğini duymak istemiyordu.

Dersin bitiminde yoklamaya imzayı attı. Kalemi elinden bıraktığında elinin titrediğini fark etti. Sanki kendi adına değil, kalbine imza atmıştı.

Akşam telefonuna mesaj düştü.

Aylin: “Bugün çok yardımcı oldun. İyi ki varsın.”

Kemal ekrana baktı. Gülümsedi. O mesajın ardındaki boşluğu göremedi.

O gece defterini açtı ve ilk kez bir cümle yazdı:

“Bazı insanlar sevilmek için doğar, bazıları sevileni taşımak için.”

Sabah, kampüsün üzerine ağır bir sis gibi çökmüştü. Kemal aynanın karşısında kravatını düzelttiğini fark edince irkildi. Kravat takmak ona göre değildi. Ama Aylin dün mesajında “Bugün sunumum var, hoca çok ciddi” demişti. Ciddi olmalıydı. Onun adına.

Otobüste ayakta giderken telefonunu defalarca kontrol etti. Yeni bir mesaj var mı diye. Yoktu. Buna rağmen içindeki sevinç garipti; sanki Aylin yazmasa bile onun varlığı yeterliydi.

İletişim Fakültesi’nin önünde Aylin’i gördü. Yanında iki kişi vardı; Selin ve adını sonradan öğreneceği Emre. Aylin gülüyordu. Kemal’in gülüşü ise boğazında kaldı.

— “Kemal!” dedi Aylin, onu fark edince.

Yanındakilere dönüp hızlıca ekledi:

— “Bu benim arkadaşım.”

Arkadaş. Kelime, Kemal’in omuzlarına oturdu.

— “Sunum dosyası sende değil mi?” diye sordu Aylin, sesini alçaltarak.

— “Evet.”

— “Harikasın.”

Dosyayı uzatırken parmakları birbirine değdi. Kemal o teması bir anlam sandı. Aylin için sadece hızdı.

Sunum başladı. Aylin kürsüde özgüvenle konuşurken, Kemal arka sırada oturuyordu. Slaytların her satırını o yazmıştı. Aylin’in ağzından dökülen cümleler Kemal’in gecelerinden çalınmıştı.

Hoca başını salladı.

— “Gayet başarılı.”

Alkışlar yükseldi. Kemal alkışlamadı. Ellerini dizlerinin arasında kenetledi.

Ders çıkışı Aylin yanına geldi.

— “Akşam bir kahve içelim mi?”

Kemal’in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

— “Olur.”

Kahvede Aylin çok konuştu. Kulüp, planlar, insanlar… Kemal dinledi. Hep dinledi.

— “Bu arada…” dedi Aylin, fincanını tabağa bırakırken. “Yarın benim yerime kulüp toplantısına gider misin? İsmimi yazdırırsın.”

Kemal bir an sustu.

— “Peki sen?”

— “Benim başka bir işim var.”

Ne işi olduğunu sormadı. Sormak, kaybetmek gibi geliyordu.

— “Giderim.”

Aylin gülümsedi. Bu kez daha geniş.

— “Biliyor musun, sen olmasan ne yapardım?”

Kemal o cümleyi sevgi sandı. Oysa bu, alışkanlığın başlangıcıydı.

Akşam Mert aradı.

— “Neredesin?”

— “Kütüphanedeyim.”

— “Yine onun işini mi yapıyorsun?”

Kemal sessiz kaldı.

— “Kemal,” dedi Mert yavaşça. “Bir gün bunu fark ettiğinde canın çok yanacak.”

Telefon kapandı. Kemal defterini açtı.

“Bir insanın gülüşü, bir başkasının çöküşü olabilir mi?” diye yazdı.

O gece Aylin’den mesaj geldi.

Aylin: “Bugün harikaydın. Sana güveniyorum.”

Kemal mesajı okudu. Gülümsedi. Güvenin yük olduğunu henüz bilmiyordu.

Kemal sabah telefonunun titreşimiyle uyandı. Ekranda Aylin’in adı vardı. Henüz gün ışığı tam yerleşmemişti ama Kemal için gün çoktan başlamıştı.

Aylin: “Uyanıksın değil mi?”

Kemal doğruldu.

Kemal: “Evet.”

Cevap neredeyse anında geldi.

Aylin: “Senden küçük bir ricam olacak.”

Kemal o kelimeyi tanıyordu. Küçük. Aylin’in dünyasında küçük olan şeyler, Kemal’in içinde büyürdü.

Bir süre sonra Aylin aradı.

— “Mert’i tanıyorsun ya,” dedi hızlıca. “Onunla aramızda yanlış bir şey olmasın istiyorum.”

Kemal yutkundu.

— “Ne demek istiyorsun?”

— “Bana biraz fazla yakın davranıyor. Onunla arama mesafe koymam lazım ama yanlış anlamasın. Sen benim adıma mesaj atar mısın?”

Sessizlik uzadı. Kemal ilk kez içinden gelen hayır kelimesini duydu. Ama sesini Aylin’in nefesi bastırdı.

— “Sen daha iyi anlatırsın,” dedi Aylin. “Sana güveniyorum.”

Güven… Yine aynı kelime.

— “Ne yazayım?” diye sordu Kemal, sesi kısık.

— “Sadece arkadaş olduğumuzu, yanlış anlamaması gerektiğini.”

Kemal telefonu kapattığında elleri titriyordu. Mert’in adını rehberden buldu. Ekrana baktı. Yazmaya başladı.

Kemal (mesaj): “Selam. Aylin adına yazıyorum. Sana karşı bir yanlış anlaşılma olmasını istemiyor. Sadece arkadaş olduğunuzu bilmeni istedi.”

Mesaj gönderildi. O an Kemal’in içinde bir şey koptu. Kendi sesini başkasının ağzına koymuştu.

Bir dakika sonra Mert’ten cevap geldi.

Mert: “Bunu sen mi yazdın?”

Kemal yalan söylemedi. Ama gerçeği de söylemedi.

Kemal: “Aylin istedi.”

Uzun bir süre cevap gelmedi.

Sonra:

Mert: “Kemal, sen kendinden vazgeçiyorsun.”

Telefonu kapattı. Derse girdi. Hoca konuşuyordu ama Kemal duymuyordu. Defterine karalamalar yaptı. Kelimeler anlamsızdı.

Öğle arasında Aylin geldi.

— “Mesajı attın mı?”

— “Evet.”

— “Harikasın.”

Gülümsedi. Kemal o gülüşte ilk kez soğukluk hissetti.

— “Bir sorun oldu mu?” diye sordu Aylin.

Kemal başını salladı.

— “Hayır.”

Aylin rahatladı. Sorunun Kemal’in içinde olduğunu hiç sormadı.

Akşam Kemal eve döndüğünde aynaya baktı. Kendine yabancıydı. Telefonuna son bir mesaj düştü.

Aylin: “Beni yine kurtardın. İyi ki varsın.”

Kemal mesajı okudu. Cevap yazmadı.

Defterini açtı.

“Bir gün affetmeyeceğim şeyi bugün yaptım.”

Kemal o sabah aynaya baktığında yüzündeki solgunluğu fark etti. Gözlerinin altındaki morluklar, uykusuzluktan çok daha fazlasını anlatıyordu. İçinde, tarif edemediği bir boşluk vardı; sanki bir şeyini bir yerde unutmuştu ama nerede olduğunu hatırlayamıyordu.

Telefonu titreşti.

Aylin: “Bugün benimle fakülteye gelir misin?”

Kemal cevap yazmadan ayakkabılarını giydi. Sorunun cevabı zaten belliydi.

— “Geliyorum.”

Yolda Aylin hiç susmadı. İnsanlardan, planlardan, yapılacaklardan bahsetti. Kemal dinledi. Kafasının içindeki sesleri susturmanın tek yolu buydu.

— “Akşam annem arayacak,” dedi Aylin birden. “Eğer seni sorarsa, dün birlikte çalıştığımızı söylersin olur mu?”

Kemal durdu.

— “Neden?”

Aylin omuz silkti.

— “Çok soru soruyor. Uğraşamam.”

Bu kez olur kelimesi Kemal’in ağzından daha zor çıktı.

— “Olur.”

Fakültede Aylin’in etrafı kalabalıktı. Herkesle ayrı ayrı gülüyor, herkese ayrı bir yüz takıyordu. Kemal birkaç adım geride durdu. Orada olduğunu kimse fark etmiyordu.

Selin yanına yaklaştı.

— “Sen gerçekten onu çok seviyorsun,” dedi alçak sesle.

Kemal başını kaldırdı.

— “Belli mi oluyor?”

Selin acı bir tebessümle baktı.

— “Fazla belli oluyor.”

Öğleden sonra Aylin aceleyle yanına geldi.

— “Bir şey isteyeceğim ama hayır deme,” dedi.

Kemal içinden hayır dedi. Dışından söylemedi.

— “Yarın benim yerime sınava girer misin?”

Zaman durdu.

— “Bu… mümkün değil,” dedi Kemal.

Aylin’in yüzü değişti. İlk kez gülümsemiyordu.

— “Ben senin için neler yapıyorum farkında mısın?”

Kemal düşündü. Aylin onun için ne yapmıştı? Cevap bulamadı.

— “Eğer yapmazsan,” dedi Aylin sessizce, “ben de bazı şeyleri yeniden düşünürüm.”

Bu bir tehdit değildi. Daha tehlikeliydi: Bir ihtimaldi.

Kemal başını eğdi.

— “Bir yolunu bulurum.”

Aylin’in yüzü tekrar yumuşadı.

— “Biliyordum.”

Akşam Mert’le karşılaştı.

— “Kendini siliyorsun,” dedi Mert. “Bir gün aynaya baktığında seni bulamayacaksın.”

Kemal cevap vermedi.

O gece defterine tek cümle yazdı:

“Fedakârlık sandığım şey, meğer yavaş yavaş yok oluşummuş.”

Kemal o gün üniversiteye gitmedi. Gitse de bir şey değişmeyecekti; Aylin orada olacaktı, istekleri olacaktı ve Kemal yine tamam diyecekti. Evde kalmak, kendini kurtarmak gibi gelmişti ama duvarlar bile Aylin’in sesini yankılıyordu.

Telefonu çaldı. Aylin.

— “Neredesin?”

— “Bugün gelmeyecektim.”

Kısa bir sessizlik oldu.

— “Ama bugün benim için önemli.”

Kemal pencereye baktı. Yağmur başlamıştı.

— “Ne var bugün?”

— “Hoca beni çağırdı. Yalnız gitmek istemiyorum.”

Kemal ne diyeceğini düşündü. Yalnız kalmak istemeyen Aylin değil, yalnız bırakılmak istemeyen Kemal’di.

— “Geliyorum.”

Üniversiteye vardığında Aylin aceleyle yürüyordu. Kemal’in yanına bile bakmadı.

— “Dosyalar sende mi?”

— “Evet.”

— “İyi.”

Bu kadardı. Teşekkür yoktu. Gülümseme yoktu.

Hoca odasında Aylin konuştu, Kemal sustu. Sorular geldiğinde Kemal cevapladı. Aylin başını salladı. Başarı yine ortak görünüyordu ama yük tek taraflıydı.

Odadan çıktıklarında Aylin rahatlamıştı.

— “Biliyordum halledeceğini.”

Kemal durdu.

— “Aylin… Ben…”

Aylin yürümeye devam etti.

— “Akşam kulüp işi var. Sen geliyorsun değil mi?”

Kemal’in boğazı düğümlendi.

— “Biraz yorgunum.”

Aylin ilk kez dönüp baktı.

— “Kemal, bana bunu yapma.”

— “Ne yapıyorum?”

— “Zor durumda bırakıyorsun.”

Kemal güldü. Kısa, acı bir gülüş.

— “Ben ne zamandır zor durumda değilim?”

Aylin kaşlarını çattı.

— “Bu kadar büyütme. Herkes birbirine yardım eder.”

İşte o an Kemal anladı. Bu, sevgi değildi. Bu, kullanımdı.

— “Peki ben yardım etmezsem?” diye sordu.

Aylin omuz silkti.

— “O zaman da hayatıma bakarım.”

Bu cümle, Kemal’in içindeki son direnci de kırdı.

Akşam kulübe gitmedi. Telefonu kapattı. Mert’in kapısını çaldı.

— “Beni kaybettim,” dedi içeri girer girmez.

Mert cevap vermedi. Sadece omzuna dokundu.

Gece yarısı telefon açıldı.

Aylin: “Neredesin? Herkes bana soruyor.”

Kemal cevap yazdı. İlk kez kısa ve netti.

Kemal: “Ben yokum.”

Telefonu kapattı. Defterini açtı.

“Sevgi, birinin hayatını kolaylaştırmaksa; benim sevgim bir başkasının hayatını ele geçirmiş.”

Sabah olduğunda Kemal’in telefonu sessizdi. Bu sessizlik, ilk kez huzur vermedi; aksine kulaklarını çınlatan bir boşluktu. Aylin’den mesaj gelmemesi, fırtına öncesi sessizlik gibiydi.

Kapı çaldı.

Mert içeri girdiğinde Kemal hâlâ koltukta oturuyordu. Üzerinde dünkü kıyafetler vardı.

— “Gece mesaj attı,” dedi Mert. “Beni aradı. Sanki sen onun eşyasısın gibi konuştu.”

Kemal başını kaldırdı.

— “Ne dedi?”

— “Seni nankörlükle suçladı.”

Kemal güldü. Bu kez sesli.

— “Nankör.”

Mert karşısına oturdu.

— “Kemal, bu kız seni sevmiyor.”

— “Biliyorum.”

— “Hayır, bilmiyorsun. Bilseydin hâlâ beklemezdin.”

Kemal sustu. Bekliyordu. Hâlâ.

Telefon titreşti. Aylin.

Aylin: “Dün beni çok zor durumda bıraktın.”

Kemal cevap yazmadı.

Aylin: “Herkesin içinde küçük düştüm.”

Mert ekrana baktı.

— “Bak,” dedi. “Yine kendini merkeze koyuyor.”

Aylin: “Eğer böyle devam edeceksen, bazı şeyleri gözden geçiririm.”

Kemal derin bir nefes aldı.

Kemal: “Ben de.”

Mesaj gönderildi.

Mert şaşkınlıkla baktı.

— “Bu sen misin?”

— “Hatırlamaya çalışıyorum,” dedi Kemal.

Üniversiteye birlikte gittiler. Kampüs her zamanki gibiydi ama Kemal için her şey farklıydı. İnsanlar yanından geçiyor, kimse fark etmiyordu. Bu kez yalnızlık hafifti.

Aylin onları uzaktan gördü. Yanlarına gelmedi. Sadece baktı. O bakışta ilk kez kontrol kaybı vardı.

Ders çıkışı Aylin mesaj attı.

Aylin: “Konuşmamız lazım.”

Kemal ekrana baktı.

— “Hazır mısın?” diye sordu Mert.

— “Değilim,” dedi Kemal. “Ama artık kaçmayacağım.”

O akşam defterine yazdı:

“Bazı uyarılar, geç kalınmış olsa bile hayat kurtarır.”

Sabah olduğunda Kemal’in telefonu sessizdi. Bu sessizlik, ilk kez huzur vermedi; aksine kulaklarını çınlatan bir boşluktu. Aylin’den mesaj gelmemesi, fırtına öncesi sessizlik gibiydi.

Kapı çaldı.

Mert içeri girdiğinde Kemal hâlâ koltukta oturuyordu. Üzerinde dünkü kıyafetler vardı.

— “Gece mesaj attı,” dedi Mert. “Beni aradı. Sanki sen onun eşyasısın gibi konuştu.”

Kemal başını kaldırdı.

— “Ne dedi?”

— “Seni nankörlükle suçladı.”

Kemal güldü. Bu kez sesli.

— “Nankör.”

Mert karşısına oturdu.

— “Kemal, bu kız seni sevmiyor.”

— “Biliyorum.”

— “Hayır, bilmiyorsun. Bilseydin hâlâ beklemezdin.”

Kemal sustu. Bekliyordu. Hâlâ.

Telefon titreşti. Aylin.

Aylin: “Dün beni çok zor durumda bıraktın.”

Kemal cevap yazmadı.

Aylin: “Herkesin içinde küçük düştüm.”

Mert ekrana baktı.

— “Bak,” dedi. “Yine kendini merkeze koyuyor.”

Aylin: “Eğer böyle devam edeceksen, bazı şeyleri gözden geçiririm.”

Kemal derin bir nefes aldı.

Kemal: “Ben de.”

Mesaj gönderildi.

Mert şaşkınlıkla baktı.

— “Bu sen misin?”

— “Hatırlamaya çalışıyorum,” dedi Kemal.

Üniversiteye birlikte gittiler. Kampüs her zamanki gibiydi ama Kemal için her şey farklıydı. İnsanlar yanından geçiyor, kimse fark etmiyordu. Bu kez yalnızlık hafifti.

Aylin onları uzaktan gördü. Yanlarına gelmedi. Sadece baktı. O bakışta ilk kez kontrol kaybı vardı.

Ders çıkışı Aylin mesaj attı.

Aylin: “Konuşmamız lazım.”

Kemal ekrana baktı.

— “Hazır mısın?” diye sordu Mert.

— “Değilim,” dedi Kemal. “Ama artık kaçmayacağım.”

O akşam defterine yazdı:

“Bazı uyarılar, geç kalınmış olsa bile hayat kurtarır.”

7. BÖLÜM – AYLİN’İN ESKİ DEFTERLERİ

Kemal mesajı okuduktan sonra telefonu masaya bıraktı. “Konuşmamız lazım.” Aylin bu cümleyi genelde istediğini alamadığında kurardı. Bu kez cümlenin altı daha ağırdı.

Kütüphanenin arka tarafındaki sessiz salonda buluştular. Aylin gelmeden önce Kemal oturmuş, raflara bakıyordu. Kitap sırtlarındaki tarihler ona geçmişi hatırlatıyordu; kimsenin görmediği ama her şeyi taşıyan bir yük.

Aylin hızlı adımlarla geldi. Oturmadı.

— “Ne oluyor?” dedi doğrudan.

Kemal ayağa kalktı.

— “Benim de sana soracaklarım var.”

Aylin kaşlarını çattı. Bu ton alışık olduğu bir ton değildi.

— “Dün kulüpte herkes bana seni sordu,” dedi. “Beni yalnız bıraktın.”

— “Ben hep yalnızdım,” dedi Kemal. “Sadece sen fark etmiyordun.”

Aylin güldü. Kısa, savunmacı bir gülüş.

— “Abartıyorsun.”

Kemal masanın üzerindeki dosyaya baktı. Dosya Aylin’indir; içi onun projeleriyle doluydu. Hepsinde Kemal’in izi vardı.

— “Beni neden kullanıyorsun?” diye sordu.

Aylin’in yüzü sertleşti.

— “Kimse kimseyi kullanmıyor. Hayat böyle.”

— “Peki ya Mert?”

Aylin’in bakışı kaçtı. Bir anlık bir kaçıştı ama yeterliydi.

— “Geçmiş,” dedi. “O da anlamadı.”

— “Neyi?”

Aylin sustu. İlk kez susuyordu.

Kemal devam etti:

— “Senden önce de böyle miydi? İnsanlar… senin etrafında dönüyor, sonra kayboluyor muydu?”

Aylin sandalyeye oturdu. Omuzları düştü.

— “Herkes gider,” dedi kısık sesle. “Ben gitmeden önce ben bırakırım.”

Bu bir itiraf değildi ama bir çatlak gibiydi.

— “Neden?” diye sordu Kemal.

Aylin gözlerini kaçırdı.

— “Çünkü zayıf olmak istemiyorum.”

Kemal ilk kez Aylin’i savunmasız gördü. Bu görüntü kalbini sızlattı ama kararını değiştirmedi.

— “Zayıflık bu değil,” dedi. “Başkalarını kendin için harcamak zayıflık.”

Aylin ayağa kalktı.

— “Beni yargılayamazsın.”

— “Ben yargılamıyorum,” dedi Kemal. “Ben artık oynamıyorum.”

Aylin kapıya yöneldi. Dönmeden konuştu.

— “Bunu yapan ilk kişi sen değilsin.”

— “Ama sonuncusu ben olacağım.”

Aylin durdu. Bir an için… sonra çıktı.

Kemal defterini açtı ve yazdı:

“Bazı defterler kapanmaz. Ama okunur.”

Kemal o sabah kampüse yalnız geldi. Bu yalnızlık artık eksiklik değil, sanki yeni bir duruştu. Yine de kalbinin bir köşesinde Aylin’in adımları yankılanıyordu.

Onu gördüğünde kalbi istemsizce sıkıştı.

Aylin, kampüsün ortasında Emre’yle yan yana yürüyordu. Kahkahası uzaktan bile duyuluyordu. Elini Emre’nin koluna atmıştı. Bilerek. Abartarak.

Kemal durdu.

Mert yanındaydı.

— “Bak,” dedi. “Oyun başladı.”

Kemal cevap vermedi. Gözlerini kaçırmadı da.

Öğle saatlerinde Selin mesaj attı.

Selin: “İyi misin?”

Kemal kısa cevap verdi.

Kemal: “İyiyim.”

Selin devam etti.

Selin: “Aylin seni görsün diye yapıyor.”

Kemal telefonu cebine koydu. Bilmek, canını daha az yakmıyordu.

Kütüphanede ders çalışırken Aylin yan masaya oturdu. Emre hemen karşılarındaydı.

— “Kemal,” dedi Aylin yüksek sesle. “Emre’yle tanışmıyorsun değil mi?”

Kemal başını kaldırdı.

— “Tanışıyoruz.”

Aylin gülümsedi. O gülüş bu kez davet değil, meydan okumaydı.

— “Biz birazdan kahveye çıkacağız,” dedi. “Sen de gelsene.”

Kemal ayağa kalktı.

— “Hayır.”

Sessizlik oldu.

Emre şaşırdı. Selin uzaktan baktı. Aylin’in yüzü gerildi.

— “Neden?”

— “Çünkü istemiyorum.”

Bu cümle Aylin’in alışık olmadığı bir cümleydi.

— “Değişmişsin,” dedi alayla.

— “Evet,” dedi Kemal. “Geç kalmış bir değişim.”

Aylin ayağa kalktı. Emre’ye döndü.

— “Hadi.”

Giderken Kemal’e son bir bakış attı. O bakışta öfke vardı. Ve panik.

Akşam telefonuna mesaj düştü.

Aylin: “Bugün canımı yaktın.”

Kemal cevap yazmadı.

Bir süre sonra bir mesaj daha geldi.

Aylin: “Beni kıskanmadın bile.”

Kemal telefonu kapattı. Defterini açtı.

“Kıskandırmak, sevildiğini kanıtlamak isteyenlerin oyunudur.”

Gece, Kemal’in odasına ağır ağır çöktü. Lambayı yakmadı. Karanlıkta oturmak daha kolaydı; yüzünü saklayabiliyordu. Pencerenin önünde duran sandalye gıcırdadı. Oturdu. Nefesini dinledi. İçindeki sesler susmuyordu.

Ne oldu bana? diye düşündü. Ne zaman ben olmaktan çıktım?

Telefonu masanın üzerindeydi. Ekran kapalıydı ama varlığı yetiyordu. Aylin’in adını görmeden de okuyabiliyordu mesajları. Okumadığı mesajları bile.

Beni kıskanmadın bile.

Cümle zihninde dönüp durdu. Kıskanmak… Sevmekle karıştırılan o yorgun refleks. Oysa kıskançlık, korkunun başka bir diliydi.

Defterini açtı. Kalemi eline aldı ama yazmadı. Yazmak için önce dürüst olmak gerekiyordu.

Onu seviyorum, diye itiraf etti kendine. Ama beni sevmediğini de biliyorum.

Bu iki cümle arasında sıkışıp kalmıştı.

Annesinin sesi geldi aklına. “Bir insan seni üzüyorsa, seni sevmiyordur.” O zamanlar basit gelirdi. Şimdi ağırdı.

Telefon titreşti. Bilinmeyen bir numara.

— “Alo?”

— “Ben Selin,” dedi ses. “Aylin iyi değil.”

Kalbi hızlandı.

— “Ne oldu?”

— “Sadece… seni bekliyordu. Ama sen gelmedin.”

Kemal gözlerini kapadı.

— “Bu benim sorumluluğum mu?”

Sessizlik.

— “Bilmiyorum,” dedi Selin. “Ama ilk kez birini bu kadar umursadığını görüyorum.”

Telefon kapandı.

Kemal ayağa kalktı. Odanın içinde dolaştı. Aynaya baktı. Yansımasına yabancı değildi artık; yorgundu ama netti.

Umursamak, diye düşündü. Beni yok eden şeydi.

Mert’ten mesaj geldi.

Mert: “Dayan. Bu dalga geçecek.”

Kemal cevap yazdı.

Kemal: “Dayanıyorum. Ama kendimden vazgeçmeden.”

Saat ilerledi. Şehir sustu. Kemal ilk kez sakin hissetti.

Defterine yazdı:

“Sevgi, insanın kendine yabancılaşmasıysa; ben artık sevmiyorum.”

Defteri kapattı. Lambayı söndürdü. Karanlık bu kez düşman değildi.

Kampüsün içindeki küçük kafede öğleden sonra güneşi masaların üzerine eğik bir şekilde düşüyordu. Kemal, elindeki kahvenin soğuduğunu fark edecek halde değildi. Kapıya her bakışında kalbi aynı hızla sıkışıyordu.

Aylin içeri girdiğinde her zamanki gibi gecikmişti. Bu bile bir mesajdı.

Aylin (gülümseyerek): — Çok mu beklettim?

Kemal başını kaldırdı. Gözlerinin altındaki yorgunluk saklanamıyordu.

Kemal: — Biraz.

Aylin sandalyeye otururken çantasını yavaşça masaya bıraktı. Acele etmiyordu. Kontrolün hâlâ onda olup olmadığını ölçüyordu.

Aylin: — Son günlerde çok garipsin. Mesaj atmıyorsun, aramıyorsun… Beni merak etmiyor musun?

Kemal derin bir nefes aldı.

Kemal: — Merak etmekle kendimi kaybetmek arasında fark var.

Aylin’in gülüşü bir anlığına dondu. Sonra hemen toparlandı.

Aylin: — Abartıyorsun. Sadece biraz yoğun bir dönemden geçiyorum.

İlk yalan buydu.

Kemal: — Emre’yle ne kadar yoğunsun mesela?

Aylin’in kaşları hafifçe kalktı.

Aylin: — Onu mu diyorsun? Saçmalama, o sadece arkadaş.

İkinci yalan.

Kemal: — Dün gece saat ikiye kadar mesajlaştığınızı biliyorum.

Sessizlik. Kahve makinesinin sesi aralarına girdi.

Aylin: — Bana hesap mı soruyorsun?

Kemal: — Hayır. Gerçeği soruyorum.

Aylin sandalyesine yaslandı, mağdur rolünü takındı.

Aylin: — Herkes beni suçluyor zaten. Sen de mi?

Üçüncü yalan: Suçu dağıtmak.

Kemal başını salladı.

Kemal: — Kimse seni suçlamıyor Aylin. Ama sen de kimseyi sevmiyorsun.

Aylin: — Seni seviyorum.

Kemal: — Hayır. Beni sevildiğini hissettirdiğim için seviyorsun.

Bu cümle masaya ağır düştü.

Aylin bir an sessiz kaldı. İlk kez savunmasız görünüyordu.

Aylin: — Peki ya sen? Vazgeçebilecek misin?

Kemal ayağa kalktı.

Kemal: — Vazgeçmek değil bu. Kendimi seçiyorum.

Masada soğumuş iki kahve kaldı. Aylin ilk kez arkasından bakakaldı.

Kemal kapıdan çıkarken içinden geçen tek cümle şuydu:

“Affetmeyeceğim demek, nefret değil; sınırdır.”

Yorumlar (6)
Gülseniz coşkun 3 gün önce
Çok güzel devamını sabırsızlıkla bekliyorum
Sezai Köprülü 3 gün önce
Harika olmuş Buğracım eline yüreğine sağlık
Muhammet Kaya 3 gün önce
Tebrikler Buğracığım
Halil İbrahim özen 3 gün önce
Çok güzel. Eline sağlık Buğra
Mehmet Akdik 2 gün önce
Tebrik ederim çok güzel yazı.
Demet Akdik Bayraktar 2 gün önce
Tebrikler Buğra keyifle okudum yüreğine kalemine sağlık
3
hafif yağmur
Namaz Vakti 25 Aralık 2025
İmsak 06:06
Güneş 07:37
Öğle 12:28
İkindi 14:48
Akşam 17:09
Yatsı 18:35