senin için değer -2
senin için değer hikayemizin devamı sizlerle değerli okuyucularımız .Hikayemiz hakkında yorumlarınızı merak ediyorum lütfen samimi şekilde hikayenin altına yorumlarınızı yazabilirmisiniz rica etsem
Aylin, İzmir’e geldiğinden beri birçok duyguyla tanışmıştı. Üniversitenin hareketli temposu, kalabalık sokaklar, denizin kokusu, yeni arkadaşlar… Ama bunların hiçbiri Yusuf Ali’nin yanında hissettirdiklerinin yerini tutmuyordu. Onunla oturdukları o ilk kahveden sonra kalbinde tarifsiz bir sıcaklık büyümüştü. Fakat içten içe biliyordu; bu hisler kolayca sınanacaktı.
Bir sabah kampüse girdiğinde, kulaktan kulağa yayılan fısıldaşmalar dikkatini çekti. Kız arkadaşlarından biri yanına geldi:
— Aylin, duyduğuna inanamayacaksın. Dün gece Yusuf Ali’yi gördüler. Yanında… Nihan varmış.
Aylin’in kalbi sıkıştı. Bir an nefesi daraldı.
— Ne demek istiyorsun?
— Nihan işte, şu İzmir’in tanınmış ailesinin kızı. Eski sevgilisiymiş zaten. Dün bir mekânda yan yana oturmuşlar, çok samimiymişler.
Aylin hiçbir şey söylemedi. Arkadaşının gözlerinde biraz abartı, biraz kıskançlık sezdi. Ama bu sözler zihnine kazınmıştı.
O gün Yusuf Ali ile göz göze geldiğinde, içindeki huzursuzluk daha da arttı. Yusuf Ali ona gülümsedi ama Aylin’in gözlerinde tereddüt vardı.O akşam Yusuf Ali’nin telefonu çaldı. Arayan, tahmin ettiği gibi Nihan’dı.
— Yusuf Ali, seni görmek istiyorum. Konuşmamız lazım.
Yusuf Ali istemese de kabul etti. Çünkü Nihan kolay pes eden biri değildi. Onu kampüs çıkışında lüks arabasıyla bekledi. Yoldan geçen öğrencilerin bakışları altında Nihan’ın yanına gitmek istemiyordu ama bir anlık kararsızlıkla araca bindi.
Nihan yüzünde kendinden emin bir ifadeyle konuştu:
— Yusuf Ali, hâlâ bana ait olduğunu biliyorum. O köylü kızıyla oyalanabilirsin ama gerçekler değişmez. Ailen bile senin benimle olmanı istiyor.
Yusuf Ali’nin gözlerinde öfke belirdi:
— Nihan, geçmişte bitti bu konu. Ailem ne isterse istesin, ben kendi yolumu seçerim.
Ama Nihan alaycı bir tebessümle cevap verdi:
— O yolun seni felakete götürecek. Bak gör, o kızın yanında olmak sana sadece sorun getirecek.
O sırada dışarıdan geçen birkaç öğrenci onları gördü. Telefonlar çıkarıldı, fotoğraflar çekildi. Ertesi gün, kampüsün sosyal medya sayfalarında Yusuf Ali ve Nihan yan yana görünüyordu.
Aylin sabah uyanır uyanmaz gördü fotoğrafı. Yusuf Ali’nin yanında Nihan vardı, gülüyor gibi görünüyorlardı. İçine bir hançer saplandı.
Odada tek başına fısıldadı:
— Demek doğruymuş…
Ama kalbinin derinlerinde bir ses de şunu söylüyordu:
“Ya bir yanlış anlama varsa? Yusuf Ali bana böyle bir şey yapar mı?”
O gün ders çıkışı Yusuf Ali onu buldu.
— Aylin, konuşmamız lazım.
Aylin gözlerini kaçırdı.
— Daha ne konuşacağız Yusuf Ali? Gördüm. Herkes gördü.
Yusuf Ali bir adım ona yaklaştı, sesi titriyordu:
— Sana yemin ederim, benim için Nihan diye bir şey yok. O sadece bana oyun oynamak istiyor. Aylin, bana güvenmeni istiyorum.
Aylin’in gözleri doldu. İçinde bir fırtına kopuyordu. Bir yanda kalbi Yusuf Ali’ye koşuyordu, diğer yanda aklı ona engel olmaya çalışıyordu.
— Yusuf Ali… ben kolay güvenemem. Hayatım boyunca kimse bana böyle şeyler yaşatmadı. Beni kandırma ihtimalini düşünmek bile canımı yakıyor.
Yusuf Ali ellerini onun ellerine uzattı:
— Aylin, senin gözlerinin içine bakarak söylüyorum. Eğer bana inanmazsan, bu ilişki daha başlamadan biter. Çünkü güven olmazsa hiçbir şey olmaz.
,
O gece Aylin uyuyamadı. Penceresinden İzmir’in ışıklarına bakarken içinden şu sözler geçti:
“Ya Yusuf Ali doğru söylüyorsa? Ya gerçekten sadece Nihan’ın oyunuysa? Eğer Yusuf Ali’ye inanmazsam, onu daha baştan kaybederim.”
Sabaha karşı bir karar verdi. Kalbi ona güvenmek istiyordu. Ama bunun kolay olmayacağını da biliyordu
Ertesi gün Yusuf Ali onu kampüsün sakin bir köşesine götürdü. Elini tuttu, gözlerinin içine baktı.
— Aylin, bana bir şans ver. Bırak kendimi sana kanıtlayayım. Eğer bir gün sana yalan söylediğimi hissedersen, ilk sen bırak git. Ama lütfen… güvenmeyi dene.
Aylin gözlerini kapadı. Bir damla yaş süzüldü. Ardından başını salladı:
— Sana inanıyorum, Yusuf Ali. Ama bu kolay olmayacak. Bana sabır gösterecek misin?
Yusuf Ali gülümsedi.
— Senin için sabır değil, ömür boyu beklerim.
Ve işte o anda, aralarındaki bağ daha da güçlendi. Ama aynı zamanda kader, onların önüne yeni engeller çıkarmak için pusuda bekliyordu.
İzmir’in serin bir akşamında, Körfez’in dalgaları sahile usulca vururken, Aylin ile Yusuf Ali hayatlarının en huzurlu anlarından birini yaşıyordu. Sahilde yan yana oturmuş, gelecekten bahsediyorlardı. Henüz isim koymadıkları ilişkilerinde güvenin ilk sınavını geçmiş gibiydiler. Ama ikisi de içten içe biliyordu; en büyük fırtına henüz kopmamıştı.
Bir hafta sonra, Gümüşhane’den Aylin’in annesiyle bir telefon konuşması geldi. Annesinin sesinde alışık olmadığı bir sertlik vardı.
— Aylin, kızım… Sana birkaç şey sormam lazım. Bu İzmir’de bir delikanlıyla beraber olduğunu duydum. Doğru mu?
Aylin, kalbi hızla çarparken sessiz kaldı. Annesi beklemeden devam etti:
— Kızım, senin hayallerin vardı, doktor olacaktın, hayatını kuracaktın. Kimden bahsediyorlar biliyor musun? O Yusuf Ali’den. Babasının kim olduğunu, ailesinin ne iş yaptığını bilmiyor muyuz? Bizim köyle yıllardır aramızda ne var, sen bilmiyor musun?
Aylin derin bir nefes aldı.
— Anne, ben Yusuf Ali’yi tanıyorum. O, herkesin anlattığı gibi biri değil. Bana değer veriyor.
Annesi sertleşti:
— Aylin! Sen daha gençsin, toy’sun. Gözünü boyamasına izin veriyorsun. O çocuğun ailesi bizimle aynı sofraya oturmaz, seninle hiç olmaz. Baban duyarsa çok kırılır.
Telefon kapandığında Aylin’in elleri titriyordu. Kalbinin istediği şeyle ailesinin beklentileri arasında sıkışıp kalmıştı.
O sırada Yusuf Ali de kendi evinde benzer bir baskıyla yüzleşiyordu. Babası, ağırbaşlı ama sert bir adamdı.
— Yusuf Ali, sana duyduklarımı soruyorum. O köylü kızıyla mı geziyorsun?
Yusuf Ali dik durmaya çalıştı.
— Baba, o köylü kızı dediğin, benim için dünyanın en değerli insanı.
Masada aniden sessizlik oldu. Babasının kaşları çatıldı, sesi gürleşti:
— Yusuf Ali! Biz bu aileyi yıllardır belli bir yerde tuttuk. Senin yanındaki insan sadece seni değil, hepimizi küçültür. Nihan gibi biri varken, niye gidip böyle birine bağlanıyorsun?
Yusuf Ali yumruğunu sıktı.
— Baba, ben sizin için yaşamıyorum. Hayatımı ben kuracağım. Aylin’e saygısızlık etmeyin.
Annesi gözyaşlarıyla oğluna bakıyordu.
— Oğlum, biz sana kötülük istemeyiz. Bu iş olmaz. Sözümüzü dinle.
Ama Yusuf Ali, ailesinin karşısında ilk kez bu kadar netti:
— Bu benim seçimim. Kabul etseniz de etmeseniz de ben Aylin’i bırakmayacağım.
İki Cephe Karşı Karşıya
Kısa sürede iki aile de haberdar oldu. Fısıltılar, dedikodular, köyden gelen sesler… “Aylin ile Yusuf Ali birbirine gönül vermiş.”
Aylin’in babası sinirden ayağa kalktı:
— Benim kızım o evin gelini olamaz! Bizim haysiyetimizi yerle bir ederler.
Yusuf Ali’nin babası da dost meclisinde aynı sertlikle konuşuyordu:
— O kız bu eve adım atamaz. Oğlumuzu zehirliyor.
Artık mesele sadece iki genç arasında değildi; aile onuru, köy gururu, yıllardır süren kırgınlıklar işin içine girmişti.
Tüm bu baskıların arasında Aylin ile Yusuf Ali, yine sahilde gizlice buluştu. Aylin’in gözleri kızarmış, uykusuzdu.
— Yusuf Ali… Bilmiyorum ne yapacağım. Annem ağlıyor, babam öfkeden köpürüyor. Seninle olmamı istemiyorlar.
Yusuf Ali onun elini tuttu.
— Benim evde de durum farklı değil. Ama Aylin, biz istersek bu dünyaya karşı durabiliriz. Sen bana inanıyor musun?
Aylin gözlerini kapattı, başını omzuna yasladı.
— Sana inanıyorum. Ama aileme de sırtımı dönmek istemiyorum.
O anda ikisi de bir gerçeğin farkına vardı: Önlerinde sadece aşk değil, iki ailenin yıllardır taş gibi biriken kinleri de vardı.
Yaz tatili yaklaştığında, iki aile de köye dönmeye hazırlanıyordu. O köyde bu mevzu artık herkesin dilindeydi. Kahvede oturan yaşlılar, çeşme başında su dolduran kadınlar, tarlada çalışan gençler… Hepsi aynı şeyi konuşuyordu:
— Aylin ile Yusuf Ali birbirine tutulmuş.
— Aileler birbirine düşer şimdi, görürsünüz.
Ve gerçekten de, iki aile köyde karşı karşıya gelince kıyamet koptu.
Aylin’in babası ile Yusuf Ali’nin babası göz göze geldiğinde, yılların biriktirdiği öfke alev aldı.
— Senin oğlun bizim kızımıza göz dikecek ha? Bizim adımıza leke süremezsin!
— Sen de kızını benim oğluma layık görmüyorsun ya, asıl hakaret budur!
Köy meydanında herkesin gözü önünde başlayan bu sözlü çatışma, iki aile arasındaki düşmanlığı resmileştirdi.
O gece Aylin odasında ağlarken, Yusuf Ali köyün diğer ucunda hırsla gökyüzüne bakıyordu. Aynı anda içlerinden şu sözler geçti:
“Neden bizim sevgimiz için bu kadar düşmanlık çıkıyor? Neden kalplerimiz değil, soyadlarımız konuşuyor?”
Ama ikisi de bir karar almıştı. Aileler karşı çıksa da, birbirlerinden vazgeçmeyeceklerdi. Çünkü artık bu sadece bir aşk değildi; hayatlarının, özgürlüklerinin sınavıydı.
İzmir’in rüzgârlı bir sonbahar günüydü. Şehrin sokaklarında yapraklar savrulurken, Aylin’in içi de aynı o savrulan yapraklar gibi darmadağındı. Son günlerde yaşananlar, onun ruhunu yormuş, omuzlarına ağır bir yük bırakmıştı. Yusuf Ali’yle tanıştığından beri hayatı bambaşka bir yöne evrilmişti ama bu yön, zaman zaman mutlulukla parlıyor, zaman zamansa kara bulutların gölgesinde kayboluyordu.
O kara bulutların en büyüğü ise artık saklanamayacak kadar büyümüştü: ailelerin çarpışması.
Aylin’in ailesi, Gümüşhane’den sürekli telefon ediyor, kızlarının İzmir’de “kimlerle arkadaşlık ettiğini” sorguluyor, Yusuf Ali’nin adını duyduklarında ise huzursuz oluyor, onun zengin ailesine karşı “bizden değil” önyargısıyla doluyordu.
Yusuf Ali’nin ailesi ise farklı değildi. Babası Murat Demirağ, oğlunun üniversitede tanıştığı bu “orta halli” kızdan bahsedildiğini duyduğunda, öfkesini saklamamıştı. Onların dünyasında her şey planlıydı: iş anlaşmaları, dostluklar, hatta evlilikler bile… Yusuf Ali’nin gönlünün, planlanmamış bir aşka kayması kabul edilemezdi.
İşte bu yüzden o gün, Aylin kendisini sahil kenarında bir banka otururken buldu. Deniz dalgalıydı, kıyıya çarpan dalgaların sesi içindeki fırtınayı yansıtıyordu. Telefonunu açıp Yusuf Ali’ye mesaj atmak için defalarca ekranına baktı, ama kelimeler bir türlü dökülmedi.
Tam o sırada, Yusuf Ali geldi. Gömleğinin kollarını sıvamış, yüzünde alışık olmadığı bir ciddiyet vardı. Aylin’i görünce gülümsedi, ama gözlerinin içinde bir gölge saklıydı.
— “Buradasın,” dedi nefeslenerek. “Aradım, ulaşamadım.”
Aylin başını kaldırmadan cevap verdi:
— “Bazen… sadece sessiz kalmak istiyor insan.”
Bir süre sessizlik oldu. Dalga sesleri, aralarındaki boşluğu dolduruyordu. Yusuf Ali, onun yanına oturdu.
— “Ailemle konuştum.”
Aylin’in kalbi sıkıştı. Bu cümlenin ardından gelecek olan sözleri zaten hissediyordu.
— “Ne dediler?” diye sordu titreyen sesiyle.
Yusuf Ali ellerini birbirine kenetledi, gözlerini ufukta dalgalanan denize dikti.
— “Bizim için iyi düşünmüyorlar, Aylin. Babam… seninle görüşmemi istemiyor. Onlara göre sen ‘bizim çevremizden değilsin’. Onlara göre bu ilişki imkânsız.”
Aylin’in gözleri doldu. Tam da beklediği şey buydu ama duyunca daha çok acı verdi.
— “Biliyor musun Yusuf… Ben de aileme anlatmaya çalıştım. Onlar da aynı şeyi söylüyor. Senin ailenin zenginliğini, yaşam tarzını bahane ediyorlar. ‘Onların dünyası başka, bizim kızımız orada kaybolur’ diyorlar.”
Yusuf Ali dişlerini sıktı.
— “Onlar anlamıyor, Aylin! Biz birbirimizi seçtik. Benim için başka hiçbir şey önemli değil. Ne onların otelleri, ne serveti, ne adı… Sadece sen.”
Ama Aylin, bu sözlerin içinde bile boğulan bir gerçek hissetti.
— “Yusuf, sen güçlü birisin. Ama ben… ben iki aile arasında eziliyorum. Senin ailenden, kendi ailemden… Sanki ikisi de ellerinden çekiyor, ben ortada parçalanıyorum.”
Yusuf Ali onun elini tuttu.
— “Sana söz veriyorum, hiçbir şeyin bizi ayırmasına izin vermeyeceğim.”
Aylin gözyaşlarını tutamadı.
— “Ama ya başaramazsak?”
O an, rüzgâr daha sert esti. İkisi de sessiz kaldı. Çünkü bu sorunun cevabı yoktu. Aşkları güçlüydü ama çevrelerindeki engeller, gittikçe büyüyen bir duvar gibiydi.
İlk defa, Aylin içinde ayrılığın soğuk ihtimalini hissetti. “Belki de…” diye düşündü, “belki de bu aşk, bize mutluluk değil acı getirecek.”
Ama Yusuf Ali, onun gözyaşlarını silerken fısıldadı:
— “Ne olursa olsun, seni bırakmayacağım. Ayrılık ihtimalini bile kabul etmiyorum.”
Yine de, ikisinin de kalbinin derinliklerinde aynı korku vardı. Ailelerinin baskısı, arkadaş çevresinin fısıltıları, şehirde büyüyen söylentiler… Her şey onları ayrılığın eşiğine sürüklüyordu.
O gün sahilden ayrıldıklarında, yan yana yürüdüler ama adımlarında bir tereddüt vardı. Kalplerinde bir çığlık vardı: “Birbirimiz için değer miyiz?”
Ve belki de ilk kez, bu sorunun cevabı belirsizleşmişti.
İmsak | 06:06 | ||
Güneş | 07:37 | ||
Öğle | 12:28 | ||
İkindi | 14:48 | ||
Akşam | 17:09 | ||
Yatsı | 18:35 |