MÜREKKEBİ AZDI, AMA HATIRASI ÇOKTU
Hatıralar, insan ömrünün görünmeyen arşivleridir. Öyle anlar vardır ki, üzerinden on
yıllar geçse de, bir çocuğun kalbinde bıraktığı iz silinmez. Gözümüz görmez belki ama
ruhumuz hâlâ o anda takılı kalır. İşte benim de öyle bir anım var ki, üzerinden seksen yıl
geçse de ne kalbimden eksildi, ne kalemimden…
Yıl 1944… Henüz altı yaşımdayım. Gümüşhane’nin Dörtkonak yaylasında annem Ayşe
Hatun ile birlikteyiz. Temmuz ayının ortasıydı. Yayla havası güzeldi, ama o gün yüreğimize
kara bir bulut çöktü. Ane Anem Seher Hatun Hakk’a yürümüştü.
Annemin feryadı, yankı gibi yaylaya dolmuştu. O anki hali, bir çocuğun kaldırabileceği
bir şey değildi. İşte o zaman minicik ellerimle annemin eteğine yapıştım.
"Haydi gidelim…" diye ağlayarak çekiştirdim.
Ne annem kıpırdayabildi, ne ben teselli bulabildim.
İkimiz de o taş evin önünde, göz yaşlarımızla ıslanmış toprağın üstünde kaldık.
O sahneyi, sanki bugün olmuş gibi hâlâ gözümde canlandırabiliyorum.
Bu yüzden derim ki:Çocukluk hatırası, zamanın değil duygunun tuttuğu bir
defterdir.Silinmez, yıpranmaz, hatta yaşlandıkça daha da belirginleşir.
Yıllar sonra Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’nde(1950-!956) öğrenci olduğum günlerde,
aileme yazdığım mektupların sonuna hep şu satırları eklerdim:
“Yazı yazdım yaz idi, kalemim kiraz idi, daha çok yazacaktım, mürekkebim az idi…”
Mürekkep azdı belki ama içimde biriktirdiklerim o günlerden bugüne çoğaldı. Şimdi her
yazımda, o günlerin sessiz izleri satırlara yansıyor. Her satırda bir yayla sabahı, bir annenin
gözyaşı, bir çocuğun haykırışı var.
İnsan yaşlandıkça, belleği ileriye değil geriye çalışır. Ve biz, ne kadar uzaklaşırsak
uzaklaşalım, çocukluk dediğimiz o iç sığınağa mutlaka dönüyoruz.Çünkü ,”geçmiş geleceğe
yön veren en sahici kılavuzdur”. Orada özümüz var,orada insan olmanın ilk halleri var.
İmsak | 06:06 | ||
Güneş | 07:37 | ||
Öğle | 12:28 | ||
İkindi | 14:48 | ||
Akşam | 17:09 | ||
Yatsı | 18:35 |