banner333

banner309

Kitlelerin Mobilize Edilmesi Barışa Hizmet Etmiyor!

MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Gezi Parkı Olayının Anlamı ve İktidarın Tutumu Konusunda yaptığı Basın Toplantısı düzenledi.

Siyaset 10.06.2013, 23:55
Kitlelerin Mobilize Edilmesi Barışa Hizmet Etmiyor!
banner400
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olayları başladığında -Afrika gezisi öncesi- şunları söylemişti: “Olay miting yapmaksa ben kalkarım onun yüz bin topladığı yerde 1 milyon insan toplarım…Türkiye'de evlerinde zor tuttuğumuz bir yüzde 50 var!''.

Erdoğan, Afrika gezisini bitirip döndüğünde, gece saat 3’te toplanmış olan kalabalığa yönelik olarak konuşmuştur. Bu arada gece saat 4’de kadar metro açık kalmış, otopark mitinge katılanlara ücretsiz hizmet vermiştir.

Erdoğan’ı karşılamak için gelenler, “Yol ver gidelim, Taksimi ezelim”, “Azınlık şaşırma sabrımızı taşırma” ve “Tayyibin askerleriyiz” türünden sloganlar atmaları dikkat çekiciydi.

Başbakan ve etrafındakiler bu sloganları büyük bir huşu içinde dinlemişlerdir.

Başbakanın evde “tutmakta zorlandığı yüzde ellilik kesim”in onu hem Yeşilköy’de hem de Ankara’da karşılamaya gittiği, “yol ver gidelim, Taksimi ezelim” diye haykırmışlardır.

Bu kesimin kendilerini çoğunluk olarak gördüğü ve karşısındakileri “azınlık” olarak nitelendirdiği ve “azınlık şaşırma” diye slogan atmalarından bellidir.

Taksim’dekilerin “Mustafa Kemalin Askerleriyiz” sloganına karşılık, AKP’liler “Tayyibin Askerleriyiz” sloganını üretmişlerdir!

Başbakan’dan beklenen ılımlı mesajlar vermesiydi. Başbakan Erdoğan tam tersine meydan okumayı seçti.

AKP’nin MKYK’sının yaptığı toplantıdan, 15 Haziran’da Ankara, 16 Haziran’da ise İstanbul’da “Birlik ve Beraberlik” mitingi yapma kararı çıktı.

“Sizin yüz bin topladığınız yerde ben bir milyon kişi toplarım” söylemi bağlamında AKP’nin Ankara ve İstanbul’da miting düzenlemesi gerilimi daha da artıracaktır. Kitlelerin karşılıklı olarak mobilize edilmesi barışa hizmet etmeyecektir!

Her durumda halkın bir kesimi diğer kesimi aleyhine karşılıklı olarak mitinglerini sürdürecekleri anlaşılıyor.

Çok açıktır ki, AKP her iki tarafında kaybedeceği bir “Kaybet – Kaybet Stratejisi”ni devreye sokmuştur.

Gezi Parkı Direnişi Nedir?

Gezi Parkı olayının neden olduğu, nasıl olduğundan daha çok ne olduğunu anlamak gerekir. Bunun için de olanın, ne olduğunu gerçeğe yakın bir biçimde okumak ve olanlardan sonuç ve ders çıkarmak gerekir.

“Gezi Parkı” olayları toplumsal bir reflekstir. Ağzına kadar dolmuş ve gerilmiş olan kolektif bilinçaltının bilinç üstüne çıkmasıdır. “Gezi Parkı”ndaki düzenlemelerin ürettiği tepki bir sonuçtur, başat bir neden değildir.

Gezi Parkı düzenlemesi yalnızca toplumsal bilinçaltının tutuşturan kıvılcım olmuştur. Toplumsal bilinçaltı, iktidarın yıllardır yürüttüğü gel/gitli ve inişli/çıkışlı politikalarıyla ağzına kadar doldurulmuştu.

Toplumsal bilinçaltı bu kadar gergin, yüklü ve dolu olmasaydı Gezi Parkındaki düzenleme bu denli tepkiye neden olamazdı!

Sorun Gezi Parkı düzenlemesinden ibaret değildir, çok yönlü, çok boyutlu ve çok nedenlidir. Ülkeyi bir baştan diğer başa bir anda saran toplumsal tepkiyi, Gezi Parkı düzenlemelerine duyulan tepkiden ibaret saymak son derece yanlış olacaktır.

Gezi Parkı’ndaki düzenlemenin muhalif ve muvafık alanda meydana getirdiği toplumsal refleks ve akabinde yaşananlar, soğukkanlı bir biçimde algılanmayı bekliyor. Gezi Parkı düzenlemelerinin ürettiği toplumsal refleksi algılamak yerine yargılamayı seçenler sorunu içinden çıkılmaz hale getirirler.

Gezi Parkı direnişi, siyasetin sosyal üzerindeki ekonomik, kültürel, ahlaki, idari ve hukuki baskısının sonucudur.

Kararlara ve yönetime katılmanın olduğu, kamplaşma ve kutuplaşmanın yaşanmadığı, etnik, mezhep, bölge, cinsiyet farklılığının kışkırtılmadığı, gelir dağılımının sürdürülebilir olduğu, yaşam biçimlerine ve siyasal aidiyetlerine göre vatandaşların ayrıştırılmadığı bir Türkiye’de yüz binlerce vatandaşı, kim arzu etmiş olursa olsun sokaklara çıkaramazdı.

Atanamayan öğretmenler, AVM’ler açıldıkça işlerini kaybeden esnaf, dar gelirli memur, sendikasız ve sosyal güvencesiz işçi, taşeron mağduru, asgari ücretli veya
işsiz yığınlar olmasaydı sokaklar bu kadar kalabalık olmazdı.

Bugün Türkiye, Genel Kurmay Başkanı’nın terör örgütü lideri, terör örgütünün gerçek liderinin devletle muhatap edildiği, soyut ve total suçlamalarla yapılan ve toplumun önemli bir bölümünde derin yaralar açan adaletsiz yargılamalarla sarsılan bir ülkedir.

Devletin adının, kurucu liderinin, tarihinin, milli bayramlarının, bayrağının, milletinin tartışıldığı ve tartıştırıldığı bir yerde halkın tamamının olmasa da önemli bir kısmının kendisini köşeye sıkışmış hissetmesi son derece doğaldır ve unutulmamalıdır ki köşeye sıkıştırılan kediler yüz tırmalar.

Özel yaşamın, yasal ya da yasa dışı dinleme, izleme, görüntüleme ve kayıt altına alınması, toplumsal bir paranoya yaratmıştır. İnsanlar, özellikle hükümete yönelik eleştirel söylem ve değerlendirmelerini işaret ve imalarla ifade etmeye başlamışlardır. Türkiye’de “gözlerime bak ne demek istediğimi anlarsınız!” türü davranış, geniş bir kesimde siyasi iletişim aracı haline gelmiştir.

Başbakan Erdoğan, “Batsın Gazeteciliğiniz”, “Tasmalarınızı çıkardık”, “bizim dükkânda size iş yok” vb söylemlerle doğrudan basın ve ifade özgürlüğünü baskı altına almıştır. Öyle ki, Türkiye televizyonları, ilk günler “Gezi Parkı” gösterilerini yayınlayacak gücü kendilerinde görememiştir.

Gerçek değil gerekçesiyle, dizi filmlerine, “Ucube” denilerek sanata, “İki Ayyaş” denilerek yasalara, “Kürtaj-Sezaryen” denilerek özel yaşam alanlarına müdahale edilmiştir.

Başbakan Erdoğan ve ekibi yaşananları, dış mihraklar, marjinaller, çapulcular, faiz lobisi vs. gibi kavramlarla açıklıyor.

İktidar kaynaklarının aklına, kutuplaştırıcı, ayırıcı, otoriter ve özgürlük karşıtı tavırları hiç gelmiyor. Hatta faiz lobisine karşı AKP yandaşlarının rant lobisinin olan bitendeki rolü de tartışma konusu yapılmıyor.

Toplum Ölü Bir Kadavra Değildir!

İktidar sahiplerinin insanların özgürlük alanını genişletmekten, demokratik hukuk devletinin gereklerine göre davranmaktan çok, özel yaşam alanlarına müdahale ederek, belirleyici, dayatıcı ve daraltıcı olmaları kaygıları iyice artırmıştır.

Toplumsal yaşam alanlarını, bir kesimin ahlak anlayışına göre düzenlenmeye kalkmak doğal tepki yaratmıştır. Deleuze’ün “iktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direnişe dönüşür” sözü bu aşamada hatırlanmayı hak ediyor.

Hiçbir toplum iktidarları tarafından üzerinde her türlü tasarrufun yapılacağı bir kadavra olarak görülmeyi hak etmiyor!

Gezi Parkı da ölü bir kadavra değildir. Ağaçların da coğrafyanın da ruhu vardır. Doğayı ve ağacı üzerinde her türlü tasarrufun yapılabileceği cansız rant aracı olarak gören AKP iktidarı yanılıyor. Ağaçların ve yerlerin de bir ruhu vardır ve kendisine ilgisiz kalanları affetmez!

Diğer yandan Türkiye’de demokratik taleplere ve halkın tamamının ihtiyaçlarına ve değerlerine duyarlı bir iktidar olmuş olsaydı, Gezi Parkındaki düzenleme sorunu, ancak örgütlenmiş çevre unsurlarının ve Green Peace’cilerin marjinal eylemleri olarak arşivlerdeki yerini alırdı.

Ayrışma ve Çatışma Şartları

            Sosyal ile ekonomi, maddi ile maneviyat, gelenek ile modernlik, merkez ile çevre arasındaki makas ne kadar açılırsa toplum o kadar huzursuz oluyor. Birbirini desteklemesi, beslemesi ve üretmesi gereken değerler birbirinin karşıtı ya da alternatifi haline gelir ya da getirilirse o toplumda çatışma/gerilim kaçınılmazdır. Bunlar, bize adaletsizlik, eşitsizlik ve hoşgörüsüzlükten kaynaklanan çatışmalar olarak yansır.

Bireyin toplumda, kendisi için bir yer olduğunu fark etmesi ve herkesin kendi değerleriyle yerli yerinde olduğunu görmesi düzen ve huzur getirir. Belirsizlikler kaygı ve kriz yaratır. Kişiler, yönetimlere en büyük tepkiyi, yaşam alanlarının sürdürülebilir olmaktan çıkması durumunda verirler. Bu tür tepkiler kimlikten, haysiyetten ve onurdan kaynaklanır.

İktidarlar yaptığı düzenlemelerle adeta bireylere ‘sizin adınıza ben düşünüyor, planlıyor ve karar veriyorum, size düşen yap denileni yapmak, yapma denileni yapmamaktır’ diyorsa, bu durumda bireylerin direnişi kaçınılmazdır. Burada da bireyler özgürlük için karşı duruş gösterirler.

İktidarla birlikte, birden bire statüsü değişenler, zenginleşenler, merkeze taşınanlar, karar verme mekanizmasının başına gelip oturanlar; halk tabiriyle birden bire “ne oldum delisi” olanların yoğunlaştığı zamanlar, gruplar arasındaki gerilim doruğa çıkar.

Dünün zayıf, itilmiş ve çevrede tutulmuş olanları, rövanş duygusuyla hareket etmeye başladığında çatışma kaçınılmaz olur. Daha önce yapamadıklarını bir talimatla yapan, hak etmediği ihaleyi kitabına uydurarak alan, istediğini içeri tıkan, kendisine daha önce yapılanı bu defa kendisi yapan, yeni kudret elitleriyle diğer toplum kesimleri karşı karşıya gelir. Bütün bu olgular çıkar ve sınıf çatışmaları biçiminde meydana gelir.

AKP’ye Yönelik Tepkilerin Konsolide Olması

Kentli, eğitimli, aristokrat ve burjuva nitelikli sosyetenin yerini bu kez benzer davranışları gösteren, tepeden bakışlı şark kurnazı taşra eliti alır. Onlar da kullandıkları araçlar, yaşadıkları siteler, kurdukları ilişkilerle yeni bir sosyete oluştururlar. Birincileri gibi evleri/villaları, toplumdan soyutlanmış lojmanları yoktur ama onlardan daha lüks akıllı siteleri, tatil köyleri ve gezi alanları vardır. Statü çatışmaları bu tür gerilimlerden doğar.

Diğer yandan Erdoğan’ın üslubu da başlı başına sorundur. Hatta yalnız üslubu değil, Erdoğan’a karşı, kürtaj yasağından, keyfi ve uzun tutukluluklara, medyanın susturulmasından otoriter tutumlara kadar uzanan bir sürü tepki kaynağı vardır.

Başbakan Erdoğan, tepeden tırnağa her şeye ve her yere müdahale eder hale gelmiştir. Bunu yaparken görüşlerini paylaşmayanları aşağılaması, kibirli ve tahakkümcü davranışı, kendisine ve AKP’ye yönelik tepkileri konsolide etmiştir.

Gezi Parkı olgusu, böyle bir sosyal ve siyasal zeminin ürünüdür.





Fonksiyonunu Yitiren Aile ve Değişen Nesil!

Türkiye eski Türkiye değildir. Türk aile yapısı, değerler yargısı ve nesiller değişmiştir. Yeni Türkiye’nin yeni aile ve kimliği de kendine özgüdür.

Gündüz anneyi işe, babayı işe, çocuğu kreşe gönderen; gece anneyi dizilerle, babayı futbol maçlarıyla, çocuğu internet ve oyunlarla başbaşa bırakan modern yaşam, yeni bir aile yapısı ve yeni bir nesil ortaya çıkarmıştır.

Bu nesil evde anne/babanın, okulda müdür/öğretmenin, askerde üst/komutanın, iş yerinde patron/amirin azarını işitmemiş, dayağını yememiş bir nesildir. Bu nesil hem ailede hem de kamuda ataerkil düzenin, mahalle baskısının dışında bir alanda var olmuştur.  Ataerkil aile yapısında, anne ve babalar çocuklarını Gezi Parkı türü eylemler karşısında yanlış yaptığını söyler buna da izin vermezlerdi. Şimdi çocuklar, anne ve babalarına ne yapmaları gerektiğini söylüyorlar. Giderek Türkiye’de özellikle büyük kentlerde evlat erkil bir dünya kuruluyor.

Yeni nesiller, anne/babaların, mahallenin, devletin değil daha çok İnternetin, Kredi Kartının, Cep Telefonunun, İpad’in, Twitt’in, Facebook’un, bilgisayarın çocuklarıdır.

Orta ve üst sınıfların tuzu kuru, keyfi yerinde, elinde iPhone, iPad olan, ayağında Nike, New Balance ayakkabı, üzerinde marka pantolon, marka tişört bulunan çocuk ve kadınlarıdır, onlar. 

Onların rejim değiştirmek, ideolojik dünya vb umurlarında bile değildir, her şart altında özgürlük talepleri vardır.

Bu nesil modern hayatın göstergesi haline gelen çalış-harca-borçlan döngüsü içinde yaşamaktadır.  Maddiyat eksenli yaşarken maddiyat karşıtı değerlere daha sadık bir görüntü vermektedir.

Bu nesil, ruhsuz kitlenin, kalpsiz teknolojinin, neşesiz, açgözlü, dayatıcı ve ego çılgını düzeninden yeteri kadar nasibini almıştır.

Yeni neslin bir kısmında da Hint felsefesinin yansımalarını görmek mümkündür:  “…Tam anlamıyla sıradan ol ve özel hiçbir şeyin olmasın. Yiyeceğini ye, bağırsaklarını boşat, ihtiyacını gider ve yorulduğunda git yat!...En eski bir Zen şiirinde ise şu tavsiye edilir: “Planının gerçekleşmesini istiyorsan, doğru ve yanlışla ilgilenme. Doğru ve yanlış arasındaki çatışma aklın zayıflığıdır”.

Kısmen toplumun daha çok da teknolojinin ve çevrenin etkisinde olan yeni bir nesille karşı karşıya kalındığını herkesin görmesi gerekir. Bu nesil azarlanmak, aşağılanmak, yok sayılmak, küçük görülmek ve güdülmek istemiyor; saygı, fikirlerine itibar ve özgürlük istiyor. Kendilerini doğrudan ilgilendiren kararlara iştirak, adam yerine konulmak ve yönetime katılmak istiyorlar.

Seçimden seçime değil doğrudan demokrasi talep ediyorlar. Toplumsal alanı iktidarın yalnız başına tayin ve tespitine karşı çıkıyorlar.

Gezi parkı direnişi, modern hayatın ürettiği neslin memnuniyetsizliğinin bir dokunuşla açığa çıkmış halidir. Yargılanmaya değil algılanmaya ihtiyacı var!

Farklılıkların Birliği

Türkiye’de ayrıştırıcılık, ötekileştiricilik ve başkalaştırıcılık iktidarın resmi siyaseti haline gelmiştir. On bir yıldır Türkiye’yi yöneten iktidar, farklılıkları kutsamakta ve yüceltmektedir. Geçmişte yaşanmış ve kabuk bağlamış yaraların gereğini yapacak yerde, “tarihle yüzleşme” adı altında yaraları kaşımakta ve kanatmaktadır. Adeta iktidar tarihten husumet çıkarmaktadır.

Türk-Kürt, Alevi-Sünni, içenler-içmeyenler, laikler-antilaikler, türbanlı-türbansızlar, darbeciler-demokratlar, TC’yi savunanlar-TC’yi indirenler, Milli Bayramları kutlayanlar-milli bayramları formaliteye indirgeyenler, Esedciler-Obamacılar vb. akla gelen her konuyu iktidar ayrışma ve çatışma alanı haline getirmiştir.

Gezi direnişi, neden, renk, boyut ve yaklaşım yönünden farklılıklar içermektedir. Kozmopolit ve heterojendir. Çok renkli, sesli, kimlikli, biçimli, amaçlı ve değerli bir sivil harekettir.

Farklılıklar Gezi protestolarında birlik haline gelmiş, parçalar bütünlük meydana getirecek şekilde birleşmişlerdir.

Genç-yaşlı, öğrenci-bürokrat, feminist-ev kadını, sağcı-solcu, Dindar-ateist, Kemalist- komünist, Fenerli-Beşiktaşlı, ulusalcı-bölücü, yenilikçi-muhafazakâr guruplar çevre için omuz omuza verebilmişlerdir.

Bu toplumsal yönden kazançtır. Farklı guruplar ideolojik formalarını bir kenara bırakarak, özgürlük, çevre ve kendilerine saygı gösterilmesi konusunda bir araya gelmişlerdir.

Türkiye Yamyamlar Ülkesi Değildir!

“Ucube” denilerek heykeli yıkılan sanatçı, “Sezeryan” ile doğum yapmak isteyen kadın, dizi filmini özgürce çekmek isteyen oyuncu, sevdiğine sokakta istediği gibi sarılmak isteyen sevgili, vatan sevgisi ayak altına alınan milliyetçi, “tasma” takmadığı için işinden olan gazeteci, yasalarını yapanlara “iki ayyaş” denilmesine karşı çıkan akademisyen, Milli Bayramlarını istediği gibi kutlamak isteyen halk, gezi alanının betonlaşmasını istemeyen insanlar kesilen ağaçlar vesilesiyle bir araya gelmiştir.

Türkiye’nin her yerinde, özgürlüklerine, yaşam alanlarının özüne dokunulduğu duygusuna kapılan insanlar sokaklara çıkmışlardır. Taksim odaklı sivil ve sosyal inisiyatif böyle ortaya çıkmıştır.

Oluşan bu ortamı, kullanmak isteyen bölücü, bölgeci, marjinal ve ideolojik guruplar her zaman vardır ve olacaktır. Ayrıca olayı provoke etmek isteyen iç ve dış mihraklar da her zaman olacaktır.

Normal zamanlarda bir araya gelme ihtimali dahi bulunmayan kişiler, Gezi Parkı/Çevre hassasiyeti dolaysıyla omuz omuza vermişlerse bunu anlamak gereğini yerine getirmek gerekmektedir.

Durum bu iken AKP’nin statü, zenginlik, kariyer ve itibar kazandırdığı mihraklar sokaklara “Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz” diye afişler asmışlardır.

Sormak gerekir, Gezi Parkındakiler mi Menderes’i astı, Özal’ı zehirledi? O meydanlarda toplananların belki %90’ı Menderes asıldığında, %80’i de Özal zehirlendiyse, zehirlendiği zaman henüz doğmamıştı ya da bebekti.

Türkiye’de asmak ya da zehirlemek bir olgu olarak vardır ama Başbakan Yemek diye bir olgu Türkiye’de henüz yoktur. Çünkü Türkiye, yamyamlar ülkesi değildir.

Başbakan Erdoğan da “polisimizi biz bunlara yedirmeyiz!” diyor. AKP iktidarı aklını yemek ve içmekle bozmuş durumdadır. AKP o kadar yemeye içmeye dalmış ki her olguyu yemekle açıklar hale gelmişlerdir.

AKP, adeta bir darbe paranoyasına tutulmuştur. Bu nedenle Taksim’de direnişciler Ağaç deyince AKP bunu darağacı anlıyor! Ardından da yedirmeyeceğiz sözlerini ediyor!

Sonuç

Çoğunluk her şey demek değildir. Başbakan Erdoğan, iktidarına saygı istiyorsa öncelikle kendisi halkın taleplerine saygılı olmalıdır. Erdoğan, karşı olduğu ya da anlamadığı değerleri “ayakları altına” alma hakkını kendinde görmemelidir. Başbakan Erdoğan, her türlü gerilimi siyasi rant aracı olarak kullanmaktan vaz geçmelidir. Taksim Gezi Parkı olgusu çok farklı bir süreci işaret etmektedir. Herkesten daha çok iktidarın bunun farkına varması ve gereğini yerine getirmesi gerekir.

Gezi Parkındaki sorunu “faiz lobisi” değil daha çok rant lobisi kışkırtmıştır. Halkın önemli bir kesiminin Gezi Parkı dolaysıyla koyduğu tepkiyi küçümsemek, alaya almak hem doğru hem de akılcı değildir.

Gezi Parkı direnişini kuvvet kullanarak, aba altından sopa göstererek bastırmak değil makul ve meşru taleplerini karşılayarak sorunu çözmek gerekir. Sorunlar çözülmek için vardır!

MHP Ankara Milletvekili Prof.Dr. Özcan Yeniçeri

Kaynak: Haber29.NET
Yorumlar (0)
2
az bulutlu
Namaz Vakti 26 Nisan 2024
İmsak 03:45
Güneş 05:21
Öğle 12:25
İkindi 16:13
Akşam 19:19
Yatsı 20:48